22

46 3 0
                                    

Geniş bir yatağın yarısından fazlasını kapladığı küçük bir odaydı burası, komodinin üzerinde elektrikli bir lamba yanmakta, lambanın yanında da bir seyahat çantası durmaktaydı. Yatakta, ama yorganın altına iyice gizlenmiş olan biri huzursuzca kımıldayarak, yorganla çarşaf arasındaki bir aralıktan, "Kim o?" diye fısıldadı. K. şimdi kolayca çekip gidemezdi; geniş, ancak ne yazık ki boş olmayan yatağa sıkıntıyla baktı, sonra soruyu anımsayarak adını söyledi. Bu anlaşılan iyi bir etki yaratmıştı; yataktaki adam yorganı yüzünden biraz çekti, ama dışarıda yolunda gitmeyen bir şey varsa, yüzünü tekrar tümüyle örtmeye hazır, ürkek bir ifadeyle yaptı bunu. Derken yorganı çekinmeden üzerinden attı ve doğrularak oturdu. Kuşkusuz, Erlanger değildi bu. Ufak tefek, yakışıklı bir beydi; yanaklarının çocuksu tombulluğu, gözlerindeki çocuksu neşesi, ancak geniş alnı, sivri burnu, kapanmayı beceremeyen dudaklarıyla dar ağzı, hiç çocuksu olmayan, aksine üstün bir düşünme gücünü ele veren yok denecek kadar küçük çenesiyle belirli çelişkiler taşıyan bir yüze sahipti. Ondaki sağlıklı bir çocukluğun sağlam kalıntılarını koruyan şeyler; hoşnutluk ve kendisiyle barışıklık olmalıydı. "Friedrich'i tanır mısınız?" diye sordu adam. K., tanımadığını söyledi. "Ama o sizi tanıyor," dedi adam gülümseyerek. K. doğrulama anlamında başını salladı; onu tanıyanların eksikliğini hiç hissetmiyordu zaten, hatta bu durum onun yolundaki başlıca engellerden biriydi. "Ben onun sekreteriyim," dedi adam, "adım Bürgel." – "Özür dilerim," dedi K., kapı koluna uzanarak, "ne yazık ki kapınızı bir başkasıyla karıştırmışım. Beni sekreter Erlanger çağırdı da." –"Çok yazık," dedi Bürgel. "Yok, başka yere çağrıldığınız değil, kapıları karıştırdığınız için yazık. Çünkü ben bir uyandırıldım mı, bir daha kesinlikle uyuyamam. Ama buna üzülmeniz gerekmez, bu benim kişisel derdim. Burada kapılar neden kilitlenemiyor? Bunun bir nedeni elbette var. Çünkü eski bir söze göre sekreterlerin kapıları hep açık olmalıdır. Ama bunun olduğu gibi uygulanması da gerekmez hani." Bürgel soran gözlerle ve neşeyle K.'ya baktı, yakınmasının aksine iyice dinlenmiş gibi görünüyordu; Bürgel, K.'nın şu an çektiği yorgunluğu herhalde hiç yaşamamıştı. "Şimdi nereye gitmeyi düşünüyorsunuz peki?" diye sordu Bürgel. "Saat dört. Bu saatte kime giderseniz gidin, uyandıracaksınız onu; rahatsız edilmeye herkes benim kadar alışkın değildir; herkes sabırla karşılamaz bunu, sekreter milleti sinirlidir. Yani biraz kalın burada. Burada saat beşe doğru yataktan kalkmaya başlarlar, o zaman aldığınız davete en iyi şekilde icabet etmiş olursunuz. Lütfen şu kapı kolunu artık bırakıp, bir yere oturun; burası dar elbette, siz en iyisi şuraya, yatağın kenarına ilişin. Odamda ne bir sandalye ne de masanın olmayışına şaşırdınız mı? Şöyle ki, ya dayalı döşeli ve dar bir otel yatağı bulunan bir oda ile bu yatak ve lavabodan başka bir şeyin bulunmadığı bir oda arasında seçim yapacaktım. Ben bu büyük yatağı seçtim, öyle ya bir yatak odasında yatak hepsinden önemlidir herhalde! Ah, gerinerek iyi bir uyku çekebilen uykucular için bu yatak şahane olmalı. Sürekli yorgun olup uyuyamayan benim gibilerine de iyi geliyor, günün büyük bir bölümünü bu yatakta geçiriyorum, bütün yazışmaları buradan yapıp, dilekçe sahiplerini sorguluyorum. Pek de güzel gidiyor. Gelgeldim taraflara oturacak yer olmuyor, ama onlar bunun üzerinde durmuyorlar, çünkü oturup da tutanağı tutan memur tarafından azarlanmaktansa, ayakta durmaları ve memurun kendini iyi hissetmesi onlar açısından daha rahat oluyor. Hem sonra yatak kenarından başka sunabileceğim bir yerim de yok, ama burası resmi bir yer değildir, yalnızca gece sohbetleri için belirlenmiştir. Ama sizin sesiniz çıkmıyor, Kadastrocu Bey?" – "Çok yorgunum," dedi K.; teklifi alır almaz hemen kabaca, saygısızca yatağın üstüne oturmuş ve karyolanın demirine tutunmuştu. "Elbette," dedi Bürgel gülerek, "burada herkes yorgundur. Örneğin dün ve bugün yaptığım işler hiç de az değildi. Şimdi uykuya dalmam tamamen olanaksızdır, ama yine de dünyada olmayacak şey gerçekleşir ve siz buradayken uyursam, lütfen sessiz olun ve kapıyı da açmayın. Ama korkmayın, kesinlikle uyumayacağım, olsa olsa birkaç dakika kestiririm. Tarafların gelip gitmesine çok alışkın olduğumdan herhalde, ben çoğunlukla yanımda birileri varken daha rahat uykuya dalarım." – "Lütfen uyumanıza bakın, Sayın Sekreter," dedi K., bu habere sevinerek, "izin verirseniz o zaman ben de biraz uyurum." – "Yok, yok," dedi Bürgel yeniden gülerek, "öyle sipariş üzerine uyuyamam ben ne yazık ki, yalnızca konuşma sırasında böyle bir fırsat doğabilir, benim uykumu daha çok bir konuşma getirir. Evet, bizim işler sinirleri perişan eder. Örneğin ben bağlantı sekreteriyim. Bunun ne olduğunu bilmiyor musunuz? Şöyle," –bu arada iradedışı bir neşeyle hız hızlı ellerini ovuşturdu– "Friedrich ve köy arasındaki en güçlü bağlantıyı ben kurarım, onun sarayı ve köy sekreterleri arasında bağlantı kurarım, çoğunlukla köydeyimdir, ama sürekli değil; her an şatoya çıkmak için hazır bulunmam gerekir. Seyahat çantasını görüyorsunuz, herkese uygun olmayan hareketli bir yaşam işte. Öte yandan bu tür bir işten artık vazgeçemeyeceğim de doğrudur, başka her iş bana yavan gelir. Kadastroculukta durum nasıldır?" – "Böyle bir iş yapmıyorum ben, kadastrocu olarak çalıştırılmıyorum," dedi K.; aklı bu konuda değildi pek, aslında Bürgel'in uykuya dalması için yanıp tutuşuyordu, ama bunu da kendine karşı belli bir sorumluluk duygusuyla yapıyordu, Bürgel'in uykuya dalma zamanının henüz kestirilemeyecek kadar uzak olduğunu içten içe bildiğine inanıyordu. "Bu hayret verici," dedi Bürgel, başını hararetle savurup, notlar almak için yorganın altından bir not defteri çıkararak. "Kadastrocusunuz ama kadastroculuk yapmıyorsunuz." K., istemsiz olarak başını salladı; sol kolunu karyola demiri üzerine uzatmış, başını da koluna yaslamıştı; rahat edebilmek için çeşitli yollar denemişti, ama bu duruş hepsinden rahattı; Bürgel'in söylediklerine şimdi biraz daha iyi kulak verebiliyordu. "Bu konunun takipçisi olmayı sürdürmeye hazırım," diye devam etti Bürgel. "Bizim burada işler, bir uzmanı değerlendirmeden bir köşede bırakmak şeklinde yürümez kesinlikle. Hem bu sizin için de incitici olmalı; üzülmüyor musunuz bu duruma?" – "Üzülüyorum," dedi K. usulca ve içinden güldü, çünkü buna özellikle şimdi zerre kadar üzülmüyordu. Ayrıca Bürgel'in önerisi de onu pek etkilememişti. Büsbütün acemice bir öneriydi. K.'nın hangi koşullarda atandığını, köyde ve şatoda karşılaştığı güçlükleri, buraya geleli beri karşılaştığı ve daha da karşılaşacağı karmaşık durumları bilmeden, evet bütün bunlardan haberi olmadan, hiç değilse bunlar hakkında az çok bilgisi olduğunu bile gösteremeden –ki bir sekreterden kolaylıkla beklenebilirdi bu–, küçük not defteri yardımıyla meseleyi bir çırpıda yukarıdan halletmeye kalkışıyordu. "Anlaşılan bazı düş kırıklıkları yaşamışsınız," dedi Bürgel, insan sarrafı olduğunu kanıtlarcasına; K. zaten odaya girdiği andan beri Bürgel'i küçümsememesi gerektiği konusunda kendini zaman zaman uyarmıştı, ama içinde bulunduğu durumda yorgunluğundan başka bir şeyi gerektiği gibi değerlendiremiyordu. "Hayır," dedi Bürgel, sanki K.'nın bir düşüncesini yanıtlıyor ve onu kollayarak konuşma zahmetinden kurtarıyor gibiydi. "Düş kırıklıkları sizi yıldırmamalı. Burada bazı şeyler yıldırmak üzere kurulmuş gibi durur ve insan burada yeniyse, ona engeller asla aşılamazmış gibi görünür. İşin aslının ne olduğunu irdelemek istemiyorum, belki görünen gerçekleri yansıtıyordur; konumum gereği bunu saptayabilmek için gerekli olan mesafeye sahip değilim; ama unutmayın, genel durumla örtüşmeyen fırsatlar doğar zaman zaman ve bu fırsatlar sayesinde güven verici bir söz, bir bakış ve bir işaretle yaşam boyu süren ve insanı kemiren çabaların sağlayacağından çok daha fazlasına ulaşılabilir. Kuşkusuz böyledir bu. Elbette, bu fırsatlar yararlanılmadan kalsalar da genel durumla uyum içindedirler yine de. Ama sorup dururum ben, neden yararlanılmaz bunlardan?" K. nedenini bilmiyordu; gerçi Bürgel'in sözünü ettiği şeylerin kendisiyle muhtemelen çok ilgili olduğunu fark etmişti, ama kendisini ilgilendiren her şeye karşı antipati duyuyordu şimdi; başını hafif yana doğru kaldırdı, sanki böylece Bürgel'in sorularının önünü açmış ve onlardan tamamen kurtulmuş olacaktı. "Sekreterlerin sürekli yakındıkları bir konu," diye konuşmaya devam eden Bürgel, sözlerindeki ciddiyete şaşırtıcı bir tezat oluşturacak şekilde kollarını uzatıp esnedi, "köydeki sorgulamaların çoğunu geceleri yapmak zorunda kalmalarıdır. Peki bundan neden yakınırlar? Acaba çok zorlandıklarından mı? Geceyi uyuyarak değerlendirmeyi yeğlediklerinden mi? Hayır, yakınmalarının nedeni kesinlikle bu değildir. Sekreterler arasında her yerde olduğu gibi çalışkanlar ve çalışkan olmayanlar vardır elbette; ama çok yorulduklarına dair içlerinden açıkça yakınan çıkmaz. Kısacası bizde âdet değildir bu. Normal zamanla iş zamanı arasında bu bakımdan ayrım yapmak nedir bilmeyiz biz. Bu tür farklar bize yabancıdır. O halde sekreterler gece sorgularından ne isterler? Yoksa bunun nedeni dilekçe sahiplerine karşı duydukları saygı mıdır? Yok, yok bu da değildir. Sekreterler dilekçe sahiplerine karşı umursamaz davranırlar, ancak kendilerine karşı takındıkları umursamazlıktan zerre kadar fazla değildir bu, sadece eşittir. Aslına bakılırsa bu umursamazlık görevin sıkı sıkıya takibi ve uygulanmasından başka bir şey değildir, dilekçe sahiplerinin isteyebilecekleri en büyük umursamadır. Esasında bu –üstünkörü bakan biri tabii ki fark edemez– bütünüyle kabul görür; örneğin bu durumda gece sorgulamaları tarafların çok işine gelir, gece sorguları aleyhinde ciddi şikâyetler gelmez bize. O halde sekreterlerin yine de antipati duymalarının nedeni nedir?" K. bunu da bilmiyordu, o kadar az şey biliyordu ki, Bürgel'in ciddi mi, yoksa göstermelik olarak mı yanıt istediğini bile ayıramıyordu. Eğer beni yatağına alırsan, diye düşündü K., yarın öğlen, ya da en iyisi akşama bütün sorularını yanıtlarım. Ama Bürgel'in onunla ilgilendiği yoktu sanki, kendine yönelttiği soru onu çok meşgul ediyordu: "Anlayabildiğim ve öğrendiğim kadarıyla sekreterlerin gece sorgularıyla ilgili şu kuşkuları var: Geceleri sorguların resmi niteliğini bütünüyle korumanın zor, hatta neredeyse olanaksız olması nedeniyle geceler tarafların sorgulanması için uygun değilmiş. Bunun formaliteyle bir ilgisi yok, biçimsel özellikler geceleri de gündüzleri olduğu kadar sıkı sıkıya dikkate alınabilir elbette. Sorun bu değil yani, ancak resmi değerlendirmeler geceleri sıkıntılıdır. Geceleri olayları ister istemez daha kişisel bakış açısından değerlendirmeye yatkındır insan; dilekçe sahiplerinin söyledikleri gereğinden fazla ağırlık kazanır; kararlara, dilekçe sahiplerinin diğer durumlarıyla, sıkıntı ve acılarıyla ilgili hiç yerinde olmayan düşünceler karışır; dilekçe sahipleri ve memurlar arasındaki gerekli sınır –dışarıdan bakıldığında istediği kadar kusursuz görünsün– gevşer; yalnızca –ki olması gereken budur– soruların ve yanıtların alınıp verilmesi gerekirken, bazen kişiler arasında tuhaf ve bütünüyle uygunsuz görüşmeler gerçekleşir. En azından sekreterler böyle olduğunu anlatıyorlar; onlar işleri gereği bu tür şeylere karşı olağanüstü duyarlılığa sahip kişilerdir. Ama onlar bile –bu konu bizim çevrelerde çokça konuşulmuştur– gece sorguları sırasında söz konusu olumsuz etkileri çok az fark ederler, aksine bunları önlemek için başından itibaren çabalarlar ve sonunda çok büyük işler başardıklarına inanırlar. Ama sonradan tutanaklar okunduğunda, bunların çoğunlukla açıkça ortada olan noksanlarına şaşıp kalır insan. Ve bunlar hatadır; hiç değilse bizim yönetmeliğimize göre bildik kısa yollardan artık düzeltilemeyecek, dilekçe sahiplerinin yarı haksız yere elde ettikleri kazançlardır. Bunlar elbette bir denetim dairesi tarafından bir gün düzeltilecektir, ama bu yalnızca adalet sistemine yarar, söz konusu dilekçe sahiplerine zarar vermez artık. Bu koşullarda sekreterler yakınmalarında çok haklı sayılmazlar mı?" K. kısa bir süre kestirir gibi olmuştu, ama şimdi rahatsız edilmişti. Bütün bunlar niye? Bütün bunlar niye, diye sordu kendine ve gözkapaklarını indirerek Bürgel'e baktı; ama onu kendisiyle çetin sorunları görüşen bir memur değil de, uyumasını engelleyen ve bunu neden yaptığını bir türlü bulup çıkaramadığı herhangi bir şeymiş gibi süzdü. Kendini bütünüyle düşüncelerinin akışına kaptırmış olan Bürgel ise, sanki K.'nın aklını karıştırmayı biraz başarmış gibi gülümsedi. Ama K.'yı yeniden hemen doğru yola sevk etmeye hazırdı. "Hani," dedi Bürgel, "bu yakınmaların bütünüyle yerinde olduğunu da kolayca söyleyemeyiz. Gerçi gece sorguları hiçbir yönetmelikte öngörülmemiştir, yani insan bundan kaçınmaya çalışırsa bir kuralı çiğnemiş sayılmaz; gelgeldim koşullar, işlerin yoğunluğu, şatodaki memurların çalışma şekilleri, onlardan kolay kolay vazgeçilememesi, tarafların sorgusunun diğer araştırmaların tümüyle tamamlanmasından sonra derhal yapılması talimatı, evet bütün bunlar ve daha başka birçok şey gece sorgularını kaçınılmaz bir zorunluluk haline getirmiştir. Madem sorumluluk olmuş –ben de diyorum ki– bu hiç değilse dolaylı olarak yönetmeliklerin bir sonucudur; bu durumda gece sorgularının yapısında kusur bulmanın adı neredeyse –tabii biraz abartıyorum, çünkü abartınca dile getirebiliyorum–, o zaman bunun adı yönetmeliklerde kusur bulmak bile olurdu.

ŞatoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin