"Öyle işte" Dedi kadın gözlerini hafifçe araladığında alnında hissettiği ıslaklık ile yattığı yerden hızla doğruldu.
Göğsünde yattığı adamın usul usul inen göz yaşlarına baktı. Onu durdurmak yerine kendi göz yaşlarını da serbest bıraktı.
Akşamdan beri firar etmeye çalışan gözyaşlarını tutmaktan yorulmuştu.
Adam yatakta biraz daha doğrulup alnını kadının alnına yasladı.
Bir kaç saat önce inlemeleri ve kahkahaları duyulan bu odada şimdi ise ağlamaları duyuluyordu.
Saat epey geçmişti belki ancak güneş doğmamaya gayret ediyordu.
"Gitmek istedim" diye ekledi kadın güçsüz sesiyle hıçkırarak
"Ama gidemedim ben farketmeden senin olmuşum"
Kadının cümleleri adamı daha da yaralarken az evvel öpmeye doyamadığı dudaklarına bakmaya şimdi utanıyordu.
Gözlerine ise hiç bakamıyordu. Yüreğine saplanan acıyı nasıl def edecekti onu hiç bilmiyordu.
En önemlisi karşısındaki kadının yüreğinde açtığı yaraları sarabilecek miydi? Onu eski gülüşüne kavuşturabilecek miydi? İşte en büyük muamma o idi.
Saçlarının arasında hissettiği parmaklar omu bu defe heyecanlandırmamıştı.
Ellerini hiç üzerinden çekmesin istediği kadının şu an ona dokunması onu daha da yaralıyordu.
Her aldığı nefeste kadını daha da yaralıyor sanıyordu. Kendini hafif geri çekti. Gözü balkon kapısının önündeki sehpaya takıldı. Gri parlak metal şey dikkatini çekmişti.
Az önce kadının parmaklarının arasında duran loş ışıkta bir sokak lambası gibi gecelerine düşen o parlak şey kendini kadından kurtarıp hızla ayağa kalktı.
Silahı eline alıp hiç düşünmeden şakağına dayadı. Cesareti yoktu belki ama o yaşasın diye ölecekti.
Zaten bu dünya hep böyleydi. İki aşık aynı anda fani dünyada mutlu olamazdı. Gözlerini sıkı sıkıya kapattığında elini tetiğe geçirdi.
Şakağına dayalı olan elinin üzerinde bir el hissetti.
"Ben senin için az evvel yaşamayı seçtiysem sende benim için yaşamayı seçeceksin öylece vazgeçemezsin benden bırak şunu"
Kadının hem tehditkar hem de kırgın bir şekilde kurduğu cümle ile gözlerini yeniden açtı.
"Ben senin yüzüne nasıl bakarım söylesene?" hiç bu kadar savunmasız hissetmemişti adam kendini
"Daha önce nasıl bakıyorduysan az evvel nasıl bakıyorduysan öyle bakacaksın gözlerinin içinde ben hep kendimi göreceğim ben hep aşkı göreceğim ama Azer Kurtuluş bana verdiğin sözden dönmene müsaade etmeyeceğim!"
İsmini duymayı bugün daha da çok sevmişti adam gri metal elinden kayıp giderken dizlerini de hissetmedi olduğu yerde kendi evinde ağustos ayının son demlerinde soğuk olmayan ama onu buz kestiren yere bir anda çöküverdi.
Ancak bu defa yalnız değildi. Bütün cesareti ile kafasını kaldırdı. Yanında biri vardı. Yanında diğer yarısı vardı.
Karısı, sevgilisi, en iyi arkadaşı, binlerce en güzel sıfatı taşıyan Karacası vardı.
Üzerinde onun damatlık gömleği ve hafif akmış makyajı ile elini tutuyor asla ve asla gözlerini gözlerinden ayırmıyordu.
"Ben sözümü tutsam ne olacak Karaca bir gün gideceksin" çaresizce konuşuyordu. Çünkü korkuyordu.