Kafayı yemek, böyle sabah kahvaltısı niyetine çünkü güneşin doğmasına hepi topu ne kadar kaldı ki zaten. Saat dört. Minho'nun hayatındaki sayısı belli saçma girişimlerin arasında en saçmasında bulunmasının üzerinden tam dokuz gün geçmişti ve hayır oğlanda tık yoktu. İnanmayıp o gün cd'leri bir tur daha izledi. İçi rahatlamış mıydı, fazlasıyla.
Rüyaların ardı arkası kesilmiş miydi, maalesef hayır. Herhangi bir ten görüntüsü veya mahrem bir organın bile olmadığı sadece Seungmin içeren masum rüyalardı ve kahretsin diyordu her uyandığında, nasıl bu kadar gerçekçi olabilir ki. Beyninin ona oynadığı oyunları da anca Minho gibi iflah olmaz insanlar küçümserdi. Fakat az önce, belki kırk beş dakikası vardı, gördüğü rüya ziyadesiyle cinsellik barındırıyordu. Baş kahramanın Seungmin olması artık Minho için son damla olmuştu ve uyanınca aynen şunları söyledi, kahretsin nasıl bu kadar gerçekçi olabilir. Ve evet, tek bir tık değil deyim yerindeyse bir big bang yaşanmıştı. Ama işlerin bu raddeye varacağının sinyalleri, az çok hissettirmişti kendini Minho'ya. Keşke şuan yanımda Seungmin olsa diye düşünüyordu yine uzun bir ara -Minho'ya göre- geçmişti onu görmeyeli. Onun yüzünden karışık olan düşüncelerini yine onun varlığıyla geçiştirmek isteme sebebi farkında olunmadan gelişen bir bağımlılık mıydı ya da oğlanın sakinleştirici bir gücü mü vardı bilmiyordu fakat bir şekilde o yanındayken her şeyin daha iyi hissettirdiği aşikârdı.Seungmin içinse durumlar çok daha netti, Minho'ya ciddi anlamda bir şeyler hissettiğinden emin olamadığı
o günde söyledikleriyle Minho onu geri püskürtmüştü. Ama bu olay ve uzun süre onu görmeyişi her şeyi kafasında netleştirmesi için yetmişti.
Kendini sırf bu yüzden enayi gibi hissediyordu, işin garip kısmı aynı semtte bir yerlerde başka bir oğlan da Seungmin yüzünden kendini enayi gibi hissediyordu.Minho onun için gürültü patırtılı, fazla derin olmayan hisleri barındıran, kısa süreli, hafiften hayalkırıklığı yaşadığı bir yaz aşkı olarak kalmalıydı, yani en azından bunun için çabalıyordu. Başka bir deyişle hislerinin derin olmadığını sanacak kadar her şeyin kontrolünde olduğunu sanıyor dahası bunun için kendiyle gurur duyuyordu.
Minho yatakta dönüp, komodinden aldığı çalar saate baktı. O kadar zaman geçmesine rağmen saatin sadece altıya yaklaştığını görünce sinirle komodine fırlattı saati. Sonra telaşla kalkıp kırılıp kırılmadığını kontrol etti, şükür artistliğine dayanıp kırılmamıştı. Kalkıp can sıkıntısından ikinci duşunu aldı, bütün evi turladı parmak ucunda. Saat altıya geldiğinde artık dayanamayıp karman çorman odada telefonunu aradı saat umrunda bile değildi. Yapmayı planladığı şey ondan pek beklenecek bir hareket değildi ama son zamanlarda kendinden beklemediği bir sürü şeyi sanki birisi bedenini ele geçirmişte kontrol onun elindeymiş gibi bir rahatlıkla yapıyordu. Yavaş yavaş değiştiğinin farkında bile değildi, damarlarına zehir gibi sinsi sinsi yayılan hislerini sadece buzdağının görünen kısmı kadar sanıyordu. Üzüm üzüme baka baka kararıyorsa tabii.
Daha kargalar bokunu yememişti bile, Minho hiç münasip olmayan bir hâlde anadan üryan Seungmin rüyasına konuk olmamış gibi onu aramanın mantıksızlığını da hiç umursamıyordu. Öyle ki sabahın köründe vücudunu saran garip alev ile yana yana Seungmin'i isteyen içgüdü hele de böylesine bir rüya sonrasında gerçekten ona istediğini yaptırabiliyordu. Tuşlu telefonunun kişilerinde Seungmin'i ararken kayan her bir harfte çıkan iğrenç tik sesi bile köpürmesine neden oluyordu. Telefon neredeyse kapanana kadar çaldı, bütün ümitleri tükenirken uykulu sesi duyuldu karşı tarafın.
"Alo." Minik mahmur sesler ile telefonu açmıştı Seungmin.
"Sabah yürüyüşü?" Minho cümle kurmaktan aciz ve beklenti içinde sorduğu soruya karşılık önce biraz tıkırtı ve hışırtılı sesler sonra derince ciğerlere doldurulan havanın sıkıntılı sesini işitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kapı açmayan anahtarlar
De TodoOkulun son gününde Hyunjin dondurmasını aşırıp kaçırmasa, belki de ara sokağın birinde dayak yemiş Seungmin ile o akşam denk gelemezdi Minho. Fakat annesi kitaplarının hamallığını oğluna yaptırdığı için kütüphanede bir yerde illa görürdü yine oğlanı...