hayat zor. bunu şimdilik iki kez söylemiş olabilirim ve daha da söyleyeceğimden emin olabilirsiniz. çünkü bildiğim tek gerçek bu.
yaz okuluna gitmek için saat yedi yirmi üçte evden çıktığım zaman, diğer günlere nazaran daha mutsuzdum. çünkü söylediğim gibi, o gün dayak yiyeceğimi ve pantolonumu yırtacaklarını düşünüyordum. bunun için erken uyanmış, yırtılacağını göz alabileceğim pantolonlarımı seçmiş ve en sonunda biraz eskimiş gri olana karar vermiştim. içimde siyah bir baksır vardı, donumun ortaya serilmesine karşı çarşıdan baya ucuza aldığım üstünde ''yaklasmaa!!:DD'' yazan baksırlarımı giymemiştim. onlar ne kadar benim favorilerim olsalar da, insanlar için alay malzemesi olabilirdi. şakadan anladığım doğrudur fakat o kadar da değil.
ama beklediğimin aksine zararı bana değil, pantolonumdan daha çok değer verdiğim bisikletim kerpareye vermişlerdi. bisikletim her zaman kilitlediğim yerde duruyordu fakat bıraktığım halinden çok farklıydı: sepeti yamulmuş, zincirleri sağa sola dağılmış, üstüne yaptığımız boyalar artık belli olmayacak şekilde çamurla kaplanmıştı. onu o halde görmek beni felaket üzmüştü, zamanım olsaydı dizlerimin üstüne çöküp gözyaşlarına bile boğulabilirdim ancak babamın birazdan evden çıkacak olması ve benim bu görüntüye herhangi bir açıklama yapamayacak olmam tüm duygu gösterilerimi engellemiş, sağa sola saçılmış parçaları kolumun altına sıkıştırarak bisikletimle oradan uzaklaşmama sebebiyet vermişti.
yürürken göz ucuyla bisikletime tekrar bakmıştım, lastiği patlak olduğu için sürüklemesi çok zordu ve kahroluyordum gerçekten. ''allah kahretsin sizi. ejderhalı zilimi mi çaldınız? allah sizi kahretsin.''
ve aslında bu olay buraya kadardı. paçasız güvercinin ve bisikletimi parçalamasının hayatımın o döneminde büyük bir rolleri yoktu, sadece fark etmiştim ki bir şekilde yaşanan şeyleri bunlar tetiklemişti, mahvoluşun başlangıcı buna dayanıyordu. ya da suçlayacak başka birini bulmadığım için kendim uyduruyorum. bakarız.
yaz okulunda ondan sonra bir şey olmadı. kerparenin ölümü beni içten yaraladığı için mizah mekanizmamı güçlendiremedim ve açıkçası içimden de gelmedi, o yüzden paçasız güvercinle daha fazla uğraşmadım, o da bana yaptığının yeterli olduğunu düşünmüştü ki başka bir olay yaşamadık. okuldaki insanlar da zamanla lakabı unuttular ve konu kapandı.
yine de bisikletimin başına ne geldiğini ağabeyime açıklarken biraz zorlandım. beni şımarıklıkla, hiçbir şeyi yoluna koyamamamla ve bok gibi arkadaşlık ilişkilerine sahip olmamla suçladı, her şeyin suçlusu boktan aile travmalarımız farkında değil misin ayrıca bok gibi arkadaşlık ilişkim de yok çünkü öyle bir ilişki henüz kuramadım salak herif, dedim, üstüme yürüdü, yanağımı sıktı ve o ana kadar haklıysam da salak dediğim için yaşı benden büyük olana saygıda kusur ettiğim yasasıyla haksız duruma düştüm.
ve bu ufak tartışma sonrasında bir hafta boyunca bisikletini ödünç almama izin verdiği ve bisikletime ne olduğu konusunda babama benim için yalan söylediği için geceleri yine sen kötüsün jungkook, baksana senin için neler yapıyor sen anlamıyorsun o da senin büyüdüğün koşullarda büyüdü diyerek kendimi suçladım. travmalarımın temelini yavaş yavaş anlamaya başlıyorsunuzdur diye düşünüyorum. aile travması tam olarak böyle bir şeydir, boktan ilişkilere sahipsindir ve bunun farkında olan ya da görmezden gelmeyen tek kişi sensindir, diğerleri böyle yaşamaya alıştıkları için düzeltmeye çalışmazlar bile ve bu seni çıldırtır, kötü olan yapar.
o günün akşamında ağabeyimin arkadaşları garaja geldi. ilk önce namjoon ve hoseok hyung daha sonra jimin ve seokjin hyung. hepsi bir yere oturdu. gözümün kapıda kaldığını fark eden seokjin hyung bana doğru döndü. ''geleceğim yazmış.''