yazın sonlarına doğru, herkesin işleri birazcık sakinleşmeye başladığında, yoongi hyung ortaya tatile mi çıksak acaba düşüncesini attı ve herkes kafa salladı, iki gün geçti, aynı fikir namjoon hyung tarafından da ortaya atıldı ve yine kafa sallandı, bunun ertesi günü seokjin hyung tatil fikrini yeni bir şeymiş gibi ortaya atmaya hazırlanacakken jimin hyungun yanakları kızardı, dişlerini sıktı, midemi bulandırıyorsunuz sizin kadar hazıra konmaya çalışan üşengeç organize yeteneği sıfır insanlar görmedim kahretsin sizi ben ayarlıyorum tatili artık, dedi, dediği gibi de ertesi gün planlanmış bir tatille karşımıza çıktı. bir gecede hazırlanan plan ne kadar iyi olabilirse o kadar iyiydi, hoseok hyungların eski kasabalarındaki kullanılmayan ama yaşanılabilecek kadar iyi sahil kenarı evlerine bisiklet sürüşü yaparak varmayı, on dakikalık yürüme mesafesindeki tatil yerinde voleybol oynamayı ve geceleri kasetlerle izlenen korku filmlerini falan içeriyordu. rahatlamak ve eğlenmek için yeterliydi.
görev dağılımı yaptık ve üç gün iki gecelik tatil için yetecek stoğu yapmak bana düştü, gereken her şeyi almak için markete tam olarak dört sefer yapmak zorunda kaldım ve sonuncusunda namjoon hyung bana acıdığından yardıma bile geldi. garajın girişine dizdiğimiz poşetleri görünce hepimiz duraksadık, bunları bisikletle taşımak çok yorucu olacağından arabayla gitmeye karar verdik.
yolculuk baya eğlenceliydi, kalabalık olduğumuz için iki arabayla gitmek zorunda kaldık ve yolculuğun her kırk dakikasında bir çok fazla şarkı söyleme, asla hareketsiz durmama, rap yapma becerimin gelişmemiş olması, vatani değerlere sahip olmadıkları için eski kore şarkılarını dinlemek istememeleri gibi gerekçelerden dolayı araba değiştirip durdum. en sonunda onlara küstüğümü, bir daha onlarla konuşmayacağımı ve yolculuğun geri kalanında ne yapmak isterlerse yapabileceklerini söyledim, hoseok hyung bana döndü, jeongguk, dedi, varmamıza iki dakika kaldı. ben de tepkisiz bir şekilde ona baktım ve böylece zaten iki dakika kaldığını bildiğimi ve inatla yolculuğun sonunda sustuğumu anladılar, güldüm ben de.
arabaları park ettiklerinde poşetleri içeri taşıyan kişi olmamak için koşturarak eve girdim, çok tozlu olduğunu görünce de koşturarak geri çıktım, bagajdan valiz çıkartan taehyung da halimi görüp güldü. evi temizledik, elektriği açtık, yiyecekleri yerleştirdik, bunların hepsi bittiğinde hava çoktan kararmıştı ve çok yorulmuştuk, bir günümüz böylece boşa gitmiş oldu. yoongi hyung belki de tatil planını artık jimin'e yaptırmamalıyız diye geveledi, jimin hyung tam anlamıyla çıldırdı, yoongi hyungu elinden zor aldık (aldılar demeliyim, ben ayırmak için uğraşmadım tabii ki.)
yemek yedikten sonra film izlemeye karar verdik ve kasetler nerede sorusu ortaya atıldığında göz ucuyla namjoon hyungun hafifçe irkildiğini görüp olacakları anladım, gülmeye başladım, bana döndüler, kaset maset yok unutmuş dedim, ona verilen tek görevi becerememesiyle dalga geçtik. sessiz sinema oynayalım bari diye düşündük. ilk ben başladım.
''kerpare mi?'' dedi hoseok hyung.
''bisiklete benzeyen bir hareket mi yapıyor, saftirik. profiterol.''
''film kategorisindeyiz biliyorsunuz değil mi?''
seokjin hyung heyecanlandı. ''forrest gump.''
''ne alakası var?''
''izlediğim tek film.''
''bıktım sizden,'' dedim omuzlarımı düşürerek. ''yüzüklerin efendisiydi.''
''yüzük işareti yapsana o zaman.'' dedi seokjin hyung. güldüm ben de.
uyuma kararı aldık, jimin hyung bir bana bir taehyung'a bakarak siz ikiniz aynı odada yatmayın, yersiniz birbirinizi dedi, ne ben ne taehyung inkar edecek tek bir şey söylemedik, farklı odalarda yattık. ertesi gün uyandığımızda sağanak yağmur yağıyordu, bu yüzden voleybol oynamaya gidemedik, böylece tatilde şunları yaparız dediğimiz hiçbir şeyi yapmamış olduk. jimin hyung hiç üşenmeyip yarım saatlik araba yolu çekip bir sürü içki aldı, büyük masanın etrafını sardık, hepsi sakince içkilerini yudumlarken ve ben çikolata yerken canım çekti, ben de biraz içmeye karar verdim.