yaz okulunu bıraktığım zaman, kerpare kırıldığı andan itibaren başlayan yokuş aşağı hayat düzenimden biraz olsun kurtulmuş gibi hissettim. verdiğim bu karar seneler sonra sadece kendim için yaptığım tek şeydi, hafifleticiydi ama aynı zamanda endişelendiriyordu da. hayatınızda daha önce böyle hissettiniz mi bilmiyorum ama uzun süre boyunca hayatınızdaki çoğu şeyin kararlarını başkasına bırakmak zorunda kaldıysanız bu düzenden vazgeçip kendiniz bir şeylere yapmaya karar verdiğinizde hissedilen o özgürlüğün yanında ne yapacağını bilememezlik de hakim oluyordu. belki de daha fazla.
şöyle hissediyordum: vay, yaz okulunu bıraktım, hem de ben yaptım bunu, çok iyiyim, bunun kararını ben kendim verdim ve bu bana özgür hissettirdi. sonra da şöyle hissediyordum: vay, ödüm kopuyor, iyiliğimi kendim düşünebileceğimi söylemiştim ama şimdi ne yapacağımı bilmiyorum, yaz okulunu bırakırken sadece kurtulmak istemiştim ve tek bildiğim okulun bana bir yararı olmadığıydı ama aman allahım, şimdi ne yapacağımı da bilmiyorum. anladınız mı? bir olayın iki yüzünün de huzurlu olmaması manyak bir şey.
tatile gittiğimizde sarhoşken neler saçmaladığımı açıkçası çok hatırlamıyorum ama o günden sonra hyunglarımın bana olan davranışında gözle görülür bir değişiklik yaşandı. garaja girdiğimde ve oturacak boş yer bulamadığımda, arkaya doğru kendime bir sandalye çekmek için ilerlediğimde hemen ayağı kalkıyor ve bana yerini veriyor, üstelik omzumu falan sıvazlıyorlardı. yemek yiyorduk ve tabağıma kendi tabaklarındaki etleri koyuyorlar, içeceğim biter bitmez dolduruyorlardı. yolda karşılaşıyorduk ve normalde baş selamı verip iki çift kelam edeceğimiz yerde, bisikletlerinden inip bana sarılıyorlar, saçımı falan okşuyorlardı. beni mutlu etmek ve arkadaşlık ilişkimizi çoğaltmak için yaptıklarını ve bana acımadıklarını falan biliyordum elbette ama bu halleri de aşırı komikti, ben de bir gün kafayı sıyırdım, sizin amacınız ne lan, dedim onlara. hatta etkili bir izlenim yaratmak için masaya yumruk attım ve üstündeki kalemliği falan devirdim. bana bakakaldılar. düzgün davran kafanı kırarım senin dedi yoongi hyung. fısıldayarak küfür ettim, beni kovaladı, garaja geri döndük, o günün akşamı onları kafa kafaya vermiş acaba iyi davranmaya çalışırken yanlış bir düşünce mi uyandırdık diye konuşurlarken duydum. ertesi gün garaja girdiğimde pufa oturacakken namjoon hyung beni tekmeledi ve kalk kendi pufuna otur seni dövmeyeyim, dedi, o günün akşamı da bu sefer fazla ileri gittin namjoon, diyerek suçu ona attılar. neyse ki zamanla eski düzenimize geri döndük, her şey normalleşti.
taehyung ise bambaşka bir konuydu. son zamanlarda onunla daha çok vakit geçiriyorduk ama aramıza giren mesafe öyle kolay geçebilecek bir şey değildi, hatta ikimiz de bu mesafenin büyüklüğünü birlikte vakit geçirmeye başladığımız zaman fark ettik diyebilirim. aramızın ne kadar açıldığını, birbirimizden ne kadar uzaklaştığımızı ve ne süredir konuşmadığımızı bir gece ben taehyung'un koltuğunda, o çalışma masasının ucundaki sandalyede oturmuş birbirimizin gözlerine bakarken anladık, ona sorduğum bir sorunun cevabını aslında biliyor olmam gerektiğinde ama unutmuş olduğumda.
birlikte vakit geçirdik, şakalarıma güldü, kestane saçlarını her zamanki gibi gözünün iki parmak üstünde kestirdi, beni dinledi, onu dinledim, uyuduk, geceleri onun yataktan sarkan elini okşamak istedim ama bunu yapmaktan korktum, bazen konuşacak hiçbir şey bulamadık ve birbirimize bakakaldık, yaz okulunu bıraktığım ve ne yapacağımı bilemediğim o süreçte bana yardımcı oldu, o zaman yine taehyung'un beni kendimden daha çok tanıyor olmasına şaşırdım. okulu için bir sanat projesine yardım ettim, haftalar sürdü, çok yorulduk, uzun zamandır birlikte şarkı söylemediğimizi fark ettik, şarkı yazdık, söyledik, bayan kim çok beğendi. uykunda konuşuyorsun taehyung, dedim, inkar etti, kanıtlayacağımı söyledim ve bir gün benden önce uyuduğunda elimde kayıt cihazıyla yatağın dibinde bekledim, bir süre sonra mırıldanmaya başladı, yine otobüslerden ve insanları kurtarmaktan bahsedeceğini düşünüp çok heyecanlandım ama o jeongguk, dedi. jeongguk, jeongguk, beni affet. günler geçti, hani kanıtın nerde diye güldü bana, omuz silktim ben de, konuşmuyorsun artık dedim.