"KALP ÇARPINTISI!"
Gözüne çarpan güneş ışığıyla uyandı Ala. Dışarıdan gelen horozun sesi kulağına doldu bu sırada "bu sabah geç kaldın koca oğlan" dedi kendi kendisine horoza ve kıkırdayarak sedirin üstünden kalktı. Hemen yanında kız kardeşleri Bala ve Akça yatıyordu. Akça en uykucularından biriydi zaten. O yüzden Bala'yı es geçerek Akça'yı uyandırmak için başına dikilerek dürtlemeye başladı kardeşini. "Kalk bakam kız kardeş."
Akça aldırış etmeden belki biraz söylenerek yatağında döndükten sonra çarşafı başına kadar çekti. Hava son günlerde epey sıcaktı ve yaz neticede kendisini göstermeye başlamıştı. Bu yüzden dolayı artık gece uyurken üzerlerine ince şeyler alır olmuşlardı. "Akça kalk hadi anam gelivercek şimdi tepene haberin olsun. Te o zaman dersin neden kaldırmadın beni, diye."
Akça'ya söylenmeye devam ederken, Bala homurtular çıkararak uyandı ve doğruldu. "Günaydın." Derken esnemekle meşguldü Bala, elini ağzına götürüp ağzını kapattıktan sonra yüzünü falan ovalayarak ayağa kalktı ve gerindi güzel kız. Beline dökülen kahverengi saçlarını kenarda duran lastikle sıkı sıkıya toplayıverdi. "Çok terlemişim mübarek yaz kendini iyi gösterdi yine."
Bala konuşurken diğer yandan da birazdan Akça ile Ala'nın kavga edeceklerini öngörebiliyordu fakat devam etti. "Zelzele gelse kalkmaz o.",
"Anacağzım kaldırır meraklanmasın."
Ala... Beyaz tenli, alaca gözlü kız; hayat ona bir bebekken hünerlerini sunmaya başlamış ve geleceğini şekillendirmişti belki de. "Mari kalkın hadi ne dureysiniz? Bi sürü iş var."
Hasefe Hanım yine her zaman olduğu gibi telaşa düşmüş, gelen görücüler için diğer kızlarıyla beraber koşturuyordu. Ala'nın kendisinden küçük kız kardeşi Bala'yı görmeye geleceklerdi. Ala hariç herkese yapılacak işleri terör estirerek anlattıktan sonra oturan kızına döndü. "Kalk kız sen de, yardım ediver." Başını salladı genç kız ve oturduğu yerden kalktı üzerindeki entari elbiseyi güçlükle düzeltmeye çalışarak. Ala, altı aylık bebekken ellerini ateşe sokarak yakmış ve uzuvlarını kaybetmişti. Hayatının dönüm noktasıydı bu belki... Hasefe Ana, o gün bugündür kendisine lanetler etse de faydası yoktu bir kere bu olan olmuş ve kızının kaderinin yazılmasında büyük bir rol oynamıştı. O da isterdi Ala'sının Bala ve Akça gibi görücülere sunulmasını...
"Tamam ana, kalkeyrim." Muhacırca konuşarak kapıya doğru yöneldi ve yaşadıkları köy evinin bahçesine çıktı. Ala'nın yaptığı şeyler kardeşlerine göre daha sınırlıydı. Güzel sesiyle türküsünü çığırmaya başladığı sırada güçte olsa koltuğunun altına kıstırdığı çalı süpürgeyle kapının önünü süpürmeye başladı. Taki onunla göz göze gelene kadar; Mehmedle! Düğünde görmüştü ilk defa, Konya'dan geldiğini söylüyorlardı. Yan köydeki Bulgaristan göçmeni muhacir dedelerden birisinin torunuymuş Mehmed! Yakışıklı mı yakışıklı, yağız bir delikanlı! Kalbi güm güm etmeye başladığı sırada kendisine baktı Ala, birde Mehmed neden beğensindi ki Mehmed onu? Hayal kurma, dedi kendi kendisine. Sonra...
"Kız sende iki salın te şurada." Diyen Aysel'e baktı Ala, düğün yerini işaret edip sırıtarak kendisine bakmıştı. Alay mı ediyor yoksa iyi niyetle mi diyor henüz kestirebilmiş de değildi aynı zamanda. Iyi niyet olsa dahi salınacak hali yoktu. Bir kere utanırdı zaten... Hoş içerisinde bulunduğu durum Ala'nın doğalıydı. O hiç bundan ötesini bilmemiş, yaşamamıştı ki... Altı aylıkken kaybettiği uzvunun varlığından çokta haberdar olamamıştı neticede. Bala, "Sen kendi işine baksana" diye Aysel'e çıkışınca gözlerini devirerek yanlarından uzaklaştı genç kadın. Kız kardeşi hala onun arkasından söylenmeye devam ediyordu.
"Sarı çiyan! Alay ediyor sanki haspam... Susak kafalı bu mari hiç takma kafacağzına, morallerini bozduğuna değmez." Sakince başını sallayarak Bala'yı onaylamakla yetindi Ala. Motora bağlamış gibi konuşmaya devam edeceğinin farkındaydı. Kendisinin aksine fazlasıyla geveze, konuşmayı seven bir kız kardeşi vardı. Hele ki birde sinirlenmeye görsün Bala'yı susturmak mümkün olacak şey değildi.
"Tamam Bala, olsun varsın boş ver." Ne kadar umurunda olmuyormuş gibi davransa da insanların konuşmaya devam edeceklerini biliyordu. Insanların konuşmasını asla ama asla durdurmayacağının da farkındaydı. Kızgın bir şekilde onu bırakıp yürüyen kardeşine alaca gözlerini kocaman bir şekilde açıp baktıktan sonra insanların arasından sıyrılıp gittiğini şimdi anladı sanki... Hemen hızlanarak insanları aşmaya başlamışken Bala'ya sesleniyordu. Kız güya onu onca gürültünün arasında duyacaktı.
"Bala! Kız kardeş... Nereye gideysin!" Hararetli şekilde koşmaya devam ederken insanların arasından sıyrılmayı başarmıştı Ala. Ancak kardeşi Bala'yı göremedi. Nereye gitmişti birden bu kız? Akça'da kendi halinde Hasefe Hanımın yanında oturuyordu. Genelde soğuk, insanlardan uzak durmayı seçen bir yapıda olduğu için kız kardeşlerinden ayrılmış, annesinin yanına oturmuştu. Bir an için keşke ben de onların yanında kalsaydım da Bala dellenmeseydi, diye içinden geçirerek yürümeye devam ettiği sırada karşı karşıya geldiği gençle duraksadı Ala. Masmavi gecenin karanlığına inat ışık saçan gözlerin sahibi yutkunmasına neden olmuştu. Içerisinde bulunduğu bu hissiyat genç kızın ilk kalp çarpıntısıydı.
Mehmed gülümsemişti ki, ardından gelenleri gördü Ala. Ellerinde çiçek ve lokum olan bir yaşlı çift, iki genç kız ve Mehmed yaşlarında bir delikanlı daha vardı. Kendilerini iş yapmaya öylesine kaptırmışlardı ki insanların gelme vaktinin geldiğini dahi anlamamışlardı sanki. "Hoş geldiniz, buyrun." Dedikten hemen sonra "ana" diye seslenmeye başladı Ala. Bir yandan yanan kalbinin ona verdiği acıyı duymamaya çalışıyordu. Karşısındaki yağız delikanlıya kız kardeşi Bala'yı isteyeceklerdi belli ki. Bunu düşünmek Ala için çok acılı olsa da içten içe, "beni kim ister ki" demeden edemiyordu. Hasefe Hanım, kızlara haber verip onları hareketlendirip görücüye gelen misafirlerini karşılamak üzere çıktı. Insanlara son derece güleryüzle yaklaşırken, Ala'ya usulca sokulup kimseye belli etmeden bir çimdik attı.
"Kız ne eğleneysin? Koş kendini toparla sen de." Kulağına tısladıktan sonra görücü olarak gelen genç kızlardan çiçeği ve lokumu alıp evlerine buyur etti kadın. Hasan Bey'de sedire oturmuş, tesbih çekiyordu ki insanları görünce ayağa kalkıp "Hoş geldin" dedi. Her şey normal olsaydı önce büyük kızın istenmesi lazımdı. Ancak Ala'nın durumu malumdu. Bu yüzden dolayı görücünün lafı dahi olmuyordu. Halbuki Hasefe Ana'da, Hasan Bey'de "Alaca Göz" diye sevdikleri yavrularının yuvasının kurulmasını istemezler miydi?
Kısa, nasılsınız sohbetinin ardından Ahmet'e Bala'yı istediler. Ala'nın o vakte kadar yanan kalbine Ahmet ismini duyunca sular serpilmişti. Ahmet'i biliyordu. Ancak buna karşılık kalbini çarptıran Mehmed'i birkaç kere görmüştü. Giyiminden falan olsa gerek Bala'yı Mehmed'e isteyeceklerini düşünse de bu gerçek olmamıştı. Iyi ki de olmamıştı zaten Bala ve Ahmet birbirine yanan iki sevdalıyken, bu felaket olurdu. Hasan Bey'in "verdim gitti" sözüyle beraber kardeşinin mutluluğu Ala'nın ve Akça'nın mutluluğu oldu. "O vakit takıverelim bakam yüzükleri, bu işin adı kondu nasıl olsa!"
Evet, adı konmuştu. Artık Terzi Nâzım'ın küçük oğlu Ahmet ile, Muhtar Hasan'ın ortanca kızı Bala nişanlaydı. Hasan Bey'in de onayıyla yüzükler takıldığında Bala ve Ahmet'ten daha mutlusu yoktu. Nişanı izleyen genç kızlar ise ayrı ayrı hayal dünyasına dalmışlardı. Içlerinde kendisinden en ümitsiz olan Ala bile. Güzel gözlerinin daldığı dünya, güzel yüzüne hafif bir gülümseme, gözlerine ışıltı getirmişti. Ala güldüğünde dünyanın bütün çirkinlikleri siliniyordu sanki... Işte bu anda o odanın içerisinde bunu düşünen biri daha vardı; Ala'nın kalbini çarptırmayı başardığı Mehmed!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alaca Göz
RomanceAla, adı gibi gözlere sahip olan kız! Alaca gözleriyle bir bakanı bir daha kendine baktıran ancak kadersiz kız. Yuvasının ilk yavrusu, ilk acısı... Dert onu daha altı aylıkken esir almış ve sonrasında ise olaylar arkası sıra gelmişti! 1900'lü yıllar...