•••••Fırtınalı bir gün, kararık bir hava, gri bulutlar, yağmurun temiz kokusu. Berbat bir hava ve berbat bir gün. Levi, hastane odasındaki penceresinden dışarıyı seyrederken yalnızca bunları düşünebiliyordu. Gözlerinin soğukluğu insanın içini buz edebilirdi. Yüzündeki yorgunluk ve omuzlarındaki çökmüşlük, ne kadar vahim bir durumda olduğunu gösteriyordu. En son ne zaman konuştuğunu hatırlamıyordu, en son ne zaman iki dudağını kıpırdattığını da hatırlamıyordu. Ama kıpırdatsaydı söyleyeceği tek bir kelime olurdu. Erwin.
Onu özlüyordu, yaptığı tek şey onu özlemek ve onu düşünmekti. Tutsak edilmiş gibi hissediyordu. Yapabildiği tek şey, içinden düşünebilen bir mahkum gibiydi. Tek özgürlüğü vardı, o da sadece düşünebilmekti. Bedeninde herhangi bir yaşam yokmuş gibiydi. Gökyüzünü izleyerek sarışın adamı düşünmek, gün içinde sık sık yaptığı tek aktiviteydi. Üç gündür buradaydı, doktorlar vücudunda Erwin'e ait herhangi bir meni kalıntısı bulmaya çalışıyordu. Polislerin işini kolaylaştırmak için. Ama hiçbir şey bulamamışlardı. İşleri bitmesine rağmen, Levi günlerdir bu hastane odasındaydı. İki oda ötesinde babası yatıyordu. Bazen gizlice odasına girip onu öldürmek istemiyor değildi. Hâlâ ondan nefret ediyordu. Ama odasının önü birçok korumayla kaplıydı.
Sıkıntılı bir nefes vererek gözlerini, bu kötü havaya rağmen dışarıda pusu kurmuş gazetecilere çevirdi. Hemşirelerden biri, onların burada olduğunu fark ederek yüklü bir miktarda para karşılığı basına sızdırmıştı. Hastane özel olduğu için daha iyi korunuyordu. Levi en azından bu konuda rahat oldukları için kendini şanslı hissetti. Aptal gazetecilerle uğraşacak hali yoktu.
Tüm hayatı bir anlığına gözlerinin önünden geçerken, o asıl yaşamının Erwin ile tanıştıktan sonrası olduğuna inandırmıştı kendini. Çünkü öyleydi. Mükemmelliyetçi ve ufacık bir kusuru problem haline getiren bir aileyle büyümüştü. O asla eve, futbol oynadığı için dizleri kanayarak gelmemişti. Parmağı kesildiğinde hiç kimse onun için endişelenmemişti. Hiçbir zaman ailesiyle birlikte hayvanat bahçesine gitmemişti, onlarla oturup normal bir akşam yemeği yememişti. Levi'ın hayatı katı kurallardan ve derslerden ibaret olmuştu her zaman.
Erwin ile tanıştıktan sonra, zaten boş olan hayatı daha da boş hissettirmişti ona. Boş ve anlamsız. Soğuk, kalp kırıcı ve eziyet dolu. Levi hasta değildi, hasta olan ailesiydi. Para uğruna ekranda maskaralık yapan ailesiydi. O her zaman normal olmak istemişti. Normal bir yaşantı, normal arkadaşlar ve normal bir aile. Ama, Tanrı ona istediğini vermemekte ısrarcıydı.
Kapının sessizce açıldığını fark etti, umursamadan dışarıyı izlemeye devam ederken duyduğu sesle iç çekti ve sıkıntıyla arkasını döndü.
"Efendim, ilaçlarınızı almanız gerekiyor."
İki gündür bıçak açmayan ağzını en sonunda açmaya karar verdi ve cevap verdi.
"İstemiyorum."
Günlerdir konuşmamasına rağmen ses tonu keskin çıkarken hemşire kadın yutkundu ve ısrar etmeyi denedi.
"Doktor bey içmeniz adına tembih etti efendim. Zorluk çıkarmayın lütfen"
Kadın ilaçları Levi'a doğru uzattığında Levi sinirle iç çekerek haplardan birini parmaklarıyla kavradı ve ağzının kenarına sıkıştırarak suyu içti. Kadın her zamanki gibi numarayı yuttuğunda önüne döndü. Hemşire ise ardından kapıyı kapattı ve gitti. Levi çöp kutusuna eğilerek ağzındaki ilacı tükürdü ve eski pozisyonuna geçerek dikilmeye devam etti. Yerinden oynamadı, ne yemeğine dokundu, ne de ilaçlarına. Pencerenin önünde durgunlukla dikilmeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Toska/ Eruri
FanficErwin Smith'in tek planı dünyaca ünlü Levi Ackerman'ı kaçırmaktı, ona aşık olmak değil.