Bölümü iki gün içinde yazacağımı bende düşünmüyordum. Ama aksine gözlerim kan toplayana kadar sabahladım ve yazdım. Bazı evrenlerin gerçekliği çok başka oluyormuş. Bölümü size emanet ediyorum.
Kahveni aldın mı? Bu bölümdeki şarkımız, Çağan Şengül - Kırlangıç. Birlikte, kendimiz için.
⏳
'Algor motris: Ölüm soğukluğu.'
O gece o kadar aydınlıktı ki, içimde derin bir karanlık dahi aydınlığın esaretinde boğuluyordu. Yabancıydım. Yabancısıydım bu duyguların. Daha önce bir el kalbimi sıkıştırmamıştı böyle denli. Sıkan elin parmaklarından kanım yerine karanlığın soğuk kokusu damlıyordu, buna emindim. Fakat hala yabancıydım. Bu bedende, bu evde, bu sokakta ya da caddede. Oturduğum bu bankta da bir yabancıydım, her şeyimle. Yabancı olmayı istemek yerine tercih etmiştim. İnsan kendi ülkesine, benliğine bu denli yabancılaşmamalıydı oysa. Ben bunu neden kendi kendime yaptım sorgulamadım. Sorgulama yaşımı da geçeli bir hayli olmuştu. Sahi kaç yaşındaydım? Karanlık? Unuttum.
"Üşüdünüz." Dedi adını bilmediğim bu yabancı. Sesi, söylediği kelimeyi dondurmuştu.
"Üşüdüm." Dedim. Arkasında kalan turuncu sokak lambası onun yüzünü görmemi engelliyordu.
Yavaş adımlarla yanıma geldi. Her zaman oturduğu köşeye, sol tarafıma oturdu. Pencereden gördüğüm kadardan bile daha iriydi. Başını yere eğdi, dirseklerini dizlerine yerleştirip burnundan sert bir nefes aldı. Aldığı nefesle içine çekileceğimi sandım.
"Neden buradasınız?"
Sesini nasıl tarif edebilirimdim bilmiyorum. Sert, buz gibi. Kalın değildi, ince de değildi. Düzgün bir eğitim almış ses sanatçılarıyla yarışırdı belki de. Öyleydi ki bir şarkı mırıldansa nakaratı olmak isterdiniz. Abarttım mı? Belki.
"Sizinkiyle aynı sebep olduğunu düşünüyorum." Dedim. Belki karısıyla kavga etmişti ve buraya gelmişti. Olabilir miydi? Parmaklarına baktım. Yüzük yoktu. Parmakları. Bir eliyle iki elimi hapsedebilecek kadardı. Kocamandı.
"Sizde mi öldünüz?" dediğinde bir şok dalgası bedenimi esir aldı. Bu ne demekti?
"Sayılır," dedim ve yüzünü görmek için eğildim. Teni beyaz olsaydı eğer yüzü parlardı. Esmer miydi?
"Neden bugün indiniz?" Sorusuna şaşırmamıştım. Bir insanın hisleri kuvvetliyse eğer onu izleyen birini kolayca fark edebilirdi. Ben bu adamı bir değil, iki değil neredeyse üç saat boyunca aralıksız izliyordum.
"Sizi burada beklemek istedim." Dedim. O kadar düzgün bir Türkçesi vardı ki benim çarpık Türkçem yanında anlam bozukluğuna uğruyordu.
O an bana doğru başı döndü. Önce dizlerine doğru eğilen vücudunu düzeltti. Sonra belini dikleştirdi. Hala yüzü karanlıktı ama şapkasının gölge düşürdüğü gözlerindeki parlamayı net görebiliyordum. Ela mıydı, buz gri miydi anlaşılmıyordu. Ama öyle bir hareydi ki saydam bir cam gibi, ötesi derin bir renkti. Kasvetli bir Ankara sabahını andırıyordu. Bulutlu, öfkeli. Kemikli bir yüzü vardı. Çene kemikleri belirgindi ama yeni yeni çıkmaya başlayan sakalları çenesini örtmüş, yumuşatmıştı.
Yabancı, esmerdi.
Gözleri önce yüzümde dolaştı. Hatta öyle ki onun penceresinden kendimi izleyebilseydim yüzümün her kenarında birkaç saniye oyalandığını düşünebilirdim. Burnumda, gözlerimin kenarlarında, dudaklarımda ve rüzgardan dağılmış perçemlerimde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELHAME
Teen FictionO an bana, "dünyanın en güzel şeyi ne?" diye sordu. Birkaç cümle kuracak güzellik tadamadığımdan cevap verme gereksinimi duymadım. Aynı soruyu ona sormaya çekinsem de titrek bir sesle aynı cümleyi ona kurdum. "Sana göre dünyanın en güzel şeyi ne."...