Bölüm parçaları »»
Nirvana - Come As You Are
Jason Walker - Echo
Apocalyptica - I Don't Care (karakterin zil sesi bu, bölümde geçiyor)
~
Sıcak, cıvıl cıvıl bir nisan sabahıydı. Güneş, bir komutan gibi tüm heybetiyle gökyüzünde duruyor, insanların tenlerini ısıtıyordu.
Her yaştan insan görmek mümkündü Sarıyer sahilinde. Otobüse yetişmek için hızlı hızlı yürüyenler, kulağında kulaklıkla yürüyüş yapanlar, bu güzel günü değerlendirmek için arkadaşları ya da çocuklarıyla gezenler... Saatin kaç olduğuna dikkat etmemişler, erkenden atmışlardı kendilerini dışarı.
Herkes mutlu görünüyordu, belki de mutlu taklidi yapıp kendi içlerinde ölüyorlardı.
Ama öyle biri vardı ki, mutlu görünmeye bile takati yoktu, sanki tüm şehrin acısını küçücük bir odada çekiyordu. Gözleri kapalıydı, eskimiş, yer yer boyaları solmuş bir bankta tek başına oturuyordu.
Kulaklıkları, dış dünya ile arasındaki bağlantıyı kesmesini kolaylaştırıyordu. Umursamazdı. Yaprakları bir bir hoyratça sökülmüş, susuz kalmış ve ölmek üzere olan bir papatya gibi boş vermişti.
Kim Nilüfer'in henüz yirmilerinin başındaki bir genç olduğuna inanırdı ki?
Yormuştu yaşadığı hayal kırıkları ve üzüntüler onu.
Önünden kaykay ve paten yapan, kahkahalarla gülüp yüksek sesle konuşan çocuklar geçinde, telefonunun ses ayarlaması yeniden yaptı. Şimdi daha yüksek sesle bağırıyordu Kurt Cobain, insanda kendini yüksek bir tepeden aşağı atlama isteği uyandıran, bir meleğe ait olan sesi diğer sesleri bastırıyordu.
Önünden geçen insanlar ona bakıyordu, kimisi sadece şöyle bir göz değdirip hemen başka yöne bakıyor, kimi de onu izlediğini gizlemeye gerek bile duymadan gözlerini dikiyorlardı.
Ama bunlar Nilüfer'in umrunda değildi, hiç olmamıştı.
O, çok önce bırakmıştı diğer insanlar hakkında düşünmeyi. Diğer insanların onunla ilgili ne düşündüğünü ya da konuştuğunu önemsemiyordu.
Kendi düşünceleri ona yeterdi zaten.
Telefonundan yabancı, çalan şarkıdan farklı bir ses yükselince istemeye istemeye gözlerini açtı ve güneşe alışmak için biraz kıstı.
Gördüğü ilk şey bir çift göz olmuştu ama onlar da hemen başka bir yöne doğru çevrilmişti.
Ah, işe yaramaz insanlar!
Gözlerini devirerek başını telefona doğru eğdi. Güneş hâlâ biraz gözlerini alıyordu.
Telefondaki yazıyı okuyunca zamanı geri almak ve telefonu kapatmak istedi. Zaten her şeyin sorumlusu zaman değil miydi? Aldıklarını hiç geri vermeden kendine saklamayı severdi o, kızın ablası ve annesini almıştı elinden.
Telefonundan yükselmekte olan çello sesine ilk önce meleksi bir ses ve daha sonra bateri eklenene kadar telefonu açmadı. Seviyordu zil sesinin başlama halini ve sadece altıncı çalışta açıyordu telefonunu, ne kadar uğraştıysa da vazgeçememişti bu alışkanlığından. Zaten çok sık çalmazdı telefonu, bazen varlığını bile unuttuğu olurdu.
Konuşmayı daha fazla erteleyemeyeceğini anlayınca çalan şarkıya istemeyerek son verdi ve söylediği bir kelimenin altında binlerce anlam aradığı ses tonunu dinledi.
"Alo, kızım?"
Ne çok isterdi bu kelimeye karşılık olarak doya doya baba diyebilmeyi...
"Efendim?"
Sesi, istemeden sert çıkmıştı. Yapamıyordu, babasıyla arasındaki uçurum gereğinden fazla büyüktü.
"Sabah seni bulamadım, merak ettim."
Telefonunun ekranına baktı hızlıca, saat henüz dokuz bile olmamıştı. Yaklaşık iki saattir buradaydı ve evden kaçta çıktığını bilmiyordu, hatırlamıyordu. Gece hiç uyumamıştı, gözleri acıyordu ve içtiği üç bardak kahve de ona pek yardımcı olmuyordu.
"Birazdan gelirim, sen işe git."
Babası, haftanın altı günü, dokuz saat postanede çalışıyor ve pazar yerine çarşamba günü tatil yapıyordu. Bu yüzden, pazar günleri onlara pek bir şey ifade etmezdi.
Belli bir düzenleri vardı, hayatlarına devam ediyor ama yaşamıyorlardı. İkisi de yaşayan ölülerdi. Aynı evin içindeki iki yabancı, canlarından çok şey eksilmiş, iki kişi kalmak için çok çaba sarfetmiş ve iki kişiden biraz daha az insanlar.
Babası, bir şeyler mırıldanarak telefonu kapattı. Tam çıkaramamıştı ama 'hoşça kal' olduğunu tahmin etti Nilüfer.
Şarkı, kaldığı yerden devam ederken üzerindekilere baktı. Kirli, gri bir tişört ve siyah bir eşofman altı. Evden çıkmadan önce aynaya bile bakmamıştı, kim bilir saçları ne hâldeydi? Belki de bu yüzden tüm tuhaf bakışları üzerinde hissediyordu.
Her zaman bileğinde olan ve bileğini biraz sıkan tokasını çıkartarak uzun saçlarını kolay bir topuzla bağladı. Şimdi ensesi ve boynu açıkta kalmıştı, rüzgârı daha fazla hissediyordu.
Tam banktan kalkacakken ayağının altında dolanan bir tüy yumağı olduğunu fark etti. Başını hafifçe eğdiğinde bunun bir köpek olduğunu anladı ama 'tüy yumağı' demek, bu koca canavara hakaret etmek olurdu.
Kalkmaktan vazgeçip bağdaş kurdu ve köpeğin banka çıkmasına yardım etti, zaten insanlar ona bakıyordu. Biraz da köpeğe baksınlardı. Kulaklıklarını çıkartıp cebine yerleştirdi.
"Sen de mi yalnızsın?"
Elini başının üzerine koyup köpeğin başını okşadü, köpek de onun elini yalamıştı e kız anlamıştı iyi anlaştıklarını. Köpeği biraz sevdi, bir canlı ne ne olursa olsun sevgiye ihtiyaç duyardı. Bunu en iyi o bilirdi.
Hâlâ adını bilmediği köpek, ona cevap olarak havladı. Sokak köpeği olmadığı belliydi, kömür siyahı tüyleri sağlıkla ve temizlikle parlıyordu. "Senin adın ne bakalım?"
Köpek, cevap vermemekte kararlı gibiydi. Nilüfer omuz silkti, zaten onun ihtiyacı olan şey bir dinleyiciydi. Köpek onu dinlese yeterdi.
"Sen de mi buraya kendinden kaçmaya geldin? Eğer öyleyse ben sana söyleyim. Denedim, işe yaramıyor."
Genç kızın yanında olduğunu belli etmek ister gibi banktan kucağına atladı. Nilüfer hiçbir zaman hayvanlardan korkan biri olmamıştı, evde onu bekleyen Mürekkep adlı bir kedisi vardı. O hayvanlardan ziyade insanlardan korkardı, insanlar katildi. Hatta Nilüfer de onlardan biriydi ama hala bir isim koymadığı köpeğin sarılmasını memnuniyetle kabul etti, kollarını ona dolayıp başını üzerine koydu. Arada biraz sevgi görmek, iyi oluyordu.
Bir katil ve bir köpek. Birkaç dakika boyunca birbirlerine sarıldılar, daha sonra Nilüfer gitmesi gerektiğini hatırladı. Gidip temizlenmesi gerekiyordu.
Banktan kalkıp hâlâ oturmakta olan köpeğe baktı.
"Sonra görüşürüz, belki. Sahibine iyi bak."
Kulaklıklarını yeniden kulağına takıp kalabalığa karıştı. Köpeği arkasında bırakmıştı.
Çok geçmeden en az onun kadar yalnız ve onun kadar mutsuz başka biri aynı banka yaklaştı ve köpeğin yanına oturdu.
Köpek, sahibine yaklaştı ve kuyruğunu sallamaya başladı. Genç kızın söylediği şeyi yerine getirmeye çalışıyor, sahibine iyi bakıyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/35588665-288-k528921.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölü Ruhun Çığlığı
Ficção Geral"Her yol bir son, ölü doğmuş ruhların hapsolduğu bedenlere." Nilüfer, kirpiklerine kadar yalnızlığa batmıştı. Birinin gelip onu kurtarmasını bekliyordu ancak bilmiyordu, kurtarıcısının da tek dileği yok olmaktı. İki yalnız, ölü ruhun birbirlerini ar...