James

14 6 0
                                    

Annem bir hışımla odama girdi.

"James sen ne yaptığını sanıyorsun! Babanı kızdırarak tahtı elde edebileceğini sanıyorsan yanılmışsın. Üç yıldır ne kadar emek verdiğini ben biliyorum. Baban bu emekleri görmezden geliyor senin dik başlılığın yüzünden. Bak her ne kadar babanı ikna etmeye çalışsam da kendisi Axel ile konuştu. Varis olarak muhtemelen onu seçeceğini söyledi. Her şey için çok geç artık. Babanı ikna edebileceğimi sanmıyorum bundan sonra."

Hiçbir şey için geç değildi. Elimdeki son kozu kullanmamıştım ben. Eğer şansım yaver giderse taşı bulabilirdim ve onu babama getirdiğimde babamın fikrinin değişeceğinden emindim. Ceketimdeki notları çıkartıp bir süre baktım.

"Hayır, hiçbir şey için geç değil. Şu ana kadar çoğu konuda bana güvendiysen bu konuda da güvenebilirsin anne. Zaten bu akşamlık gidiyorum denilebilir. Evde sular durulsun sen de babamı ikna etmeye çalışma zaten ikna olacak. Eğer soran olursa da kafasını toplamaya gitti dersin."

"James, böyle kafana buyruk hareket etmenden hoşlanmıyorum."

"Biliyorum." deyip odadan çıktım. Hızlıca aşağıya, atıma doğru gittim. Taşı bulma işini ne kadar hızlı tutarsam o kadar iyi olacaktı. Korulukta başıma ne geleceğini bilmiyordum fakat yanımda yine her ihtimale karşı bir bıçak ve silah almıştım. İnsanlar koruluktakilerin yamyam gibi olduğunu söylerlerdi. Giderken yollar bomboştu, hızlıca sınıra varmıştım. Atıma bindim ve çıktım, koruluk köprüsüne doğru yürürken nöbet tutan süvarileri gördüm. 

Süvarilerden biri "Prensim hoşgeldiniz ama diğer tarafa geçme izni yok maalesef akşamları."

"Bir işim var. Birini sorgulamam lazım." 

"Efendim fakat bunu burada yapmanız biraz sıkıntılı olabilir."

"Zannetmem. Siz nöbetinize bakabilirsiniz." dedim ve koruluğa ilk adımımı attım.

Koruluk tarafına adım attığımdan itibaren çok karamsar hissettim, çocukluğumdaki gibi hissediyordum. Korkmuyor değildim, burada nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum sonuç olarak. Tek bildiğim yazarın evini aradığım ve onu da nerede bulacağımı bilemediğim. Koruluğun içinde çok fazla ara yol olduğunu ve muhtemel ihtimalle kaybolabileceğimi tahmin ettim. Cebime ekstra işimi görebilecek belgeleri de atmıştım. Belgelerin içinde koruluğun bir haritası da vardı. Eğer açık yollardan gidersem kaybolmayacağımı hem de işimin daha rahat biteceğini düşünüyordum. Öncelikle söylemeliyim yollar gerçekten çok rahatsızdı. Bundan kastım engebe değildi, yer yer değişik bir koku vardı ve yerler fazla çamurdu. Yerlerde hayvan leşleri çok fazlaydı ve kan kokuyordu etraf. Sokaklarda kimse yoktu gördüğüm kadarıyla. İnsanlar yapacak bir şey bulamadıklarından evlerine kapanmış olmalı diye düşündüm. Evler en fazla iki katlıydı ve çoğu kiremit rengi tuğlalardan yapılmış evlerdi. Meydandaki gibi küçük çarşılar, dükkanlar da şeyler de yoktu. Zaten ne bekliyordum ki, koskoca koruluğun içinde bunların olmasını beklemem saçmaydı. Böyle bir yerde yaşasam nasıl hayatta kalırdım diye düşündüm. Aynısını yazar için de düşünüyordum. Yürüdüğüm yol bir nehrin önüne açıldı. Muhtemelen yazarın da buralarda bir yerde yaşadığını düşünüyordum. Nehrin hemen önünde bir yokuş vardı. Yokuşu indiğimde fark ettim, ormanın bu tarafı gayet temizdi, koruluğa ilk girdiğim rahatsızlık burada yoktu. 

Yokuşun hemen karşısında diğer evlerin aksine siyah bir ev vardı. Dışı güzel gözüküyordu ve ben bu evin yazarın evi olduğunu düşünüyordum. Elindeki imkanların en iyisini kullanmış olmalıydı ve şu ana kadar gördüğüm en iyi görünen de bu evdi. İlk önce evin kapısını tıklattım ve kapının açık olduğunu fark ettikten sonra kapıyı hafifçe ittirdim. İçeri girdiğimde ortada bir masa vardı ve masada dağınık halde bir sürü not bulunuyordu. Burası kesinlikle yazarın evi olmalıydı. Emin olmak için notlarına bakacakken birisi içeriye girdi.

"Siz kimsiniz?" dedi yaşlı bir ses ve seslenmesiyle kadına baktım. Kadın yaklaşık 80'li yaşlarındaydı diye tahmin ediyorum. Saçlarında aklar vardı. Üstünde eskimiş kaşmir bir kazağı ve omuzlarına örtündüğü siyah bir şal vardı.

"Ben sizin yazılarınızı okumuştum. Onlar hakkında konuşmaya gelmiştim eğer izniniz varsa."

"Yazdığım kitapları herkes kolay kolay bulamaz. Sen nasıl...?" diyerek bana yaklaştı.

"Hah tamam şimdi anladım. Sen Aaron'un oğlusun değil mi? Ah, babana ne kadar benziyorsun. Kraliyetten birileriyle görüşmeyeli on yıllar olmuştu. Anlat bakalım seni buralara kadar getiren nedir?"

"Dediğim gibi ben yazılarınızı okudum. Öncelikle haklısınız Lal taşı konusunda. Ben taş hakkında bilgi almaya ve nasıl buraya sürgün edildiğinizi öğrenmek istiyorum." deyip ceketimin cebindeki notları çıkardım.

"Bu uzun hikaye aslında ama çok fazla detaya girmeme gerek yok sanırsam. Lenon ile bildim bileli kraliyet için hizmet verirdim. O zaman tahtta olan Kral Nicholas çalışmalarımıza çok önem verirdi. Sanırsam babanın varis seçilmesine yakın bir zamanda, Kral aniden güç kaybetti ve biz de bunun sebebini araştırmak için görevlendirilmiştik Lenon ile. Araştırırken ilk önce tüm ihtimalleri değerlendirmeye çalışıyorduk fakat tılsımın zayıflayacağı aklımıza hiç gelmemişti. O sıralarda surların ardını da araştırmaya gidiyorduk ne bulursak kardır hesabıyla. Lal taşını ilk o zaman hissetmiştim. Birinin elindeydi ve tam o sırada şu an hatırlayamadığım bir şey oldu. Sonrasında da taşı bir daha göremedim fakat taşın efsanelerini okumayı hiç bırakmadım. Lenon'a bu durumu söylediğimde böyle bir şey olmayacağını sadece aklımın bana karşı yaptığı bir illüzyon olarak nitelendirmişti. Ülkem ve kendim adına korktuğum için bunu Kral'a söyledim fakat kendisi de bunun tehlikeli olabileceğini ve baban tahta geçeceği için oğluna böyle bir tehlikeyi bırakmayacağını söyleyerek fikrimi reddetti. Ben de tüm fikirlerimi yazıya geçirdim ve halka dağıtmaya başladım. Lenon bunu öğrendi ve beni Kral'a söyledi etti. Bu fikre kimse katılmasın diye ve fikirlerimi bir daha kimseye açamayayım diye beni buraya gönderdiler."

"Lenon'un bunu yaptığına asla inanamıyorum. Gerçekten adınıza çok üzüldüm. Bu arada Lal taşı efsanesi nedir?"

"Bazı inanışlara göre Lal taşı gücü temsil eder. Bundan dolayı taşı elde eden kimse istemeden de olsa bir gücü kendine çeker zamanla. Bu sayede her derde deva olduğuna inanılır ama bu sadece bir inanç. Ben bile doğru olup olmadığını bilmiyorum." 

"Yani bu taşı bulursam işe yaramama ihtimali de var diyorsunuz."

"Aynen öyle, bak ben eskiden tez canlı bir insandım. Her tezime, olabilecek her ihtimale inanırdım. Yaşlılık bana bazılarından vazgeçmeyi öğretti fakat hayatımda bu kadar hiçbir şeye inanmamıştım. Bu arada merak ediyorum da taşı aramanın tek sebebi topraklarınızı korumak istemen mi? Sanki bana öyle değil gibi geliyor."

"Varis olarak seçilebilmem için babamın eline somut bir kanıt getirebilmem lazım ve benim tek yolum da buydu."

"Biliyor musun baban eskiden sadece kendi kurallarını yürüten, aileye çok önem veren bir adamdı. Hala öyle mi bilmiyorum ama görünüşe göre bazı sıkıntılar yaşıyorsunuz."

"Büyük Savaş'ın babamla aramı açtığını söyleyebilirim. Peki siz geldiğinizde buralar nasıldı? Her zaman karanlık bir yer miydi şimdi olduğu gibi?"

"Koruluğa ilk geldiğimde çok fazla sıkıntı çekeceğimi düşünmüştüm fakat tahmin ettiğim gibi olmadı. Evet, buranın insanları her zaman fakirdi ama mutluydu. En çok buna şaşırmıştım zaten. Gündönümü zamanında kendilerince bir şeyler yapmaya çalışırlar, meydanda toplanıp kutlamalar yaparlardı. Çocuklar da mutluydu. Hiçbir şeyleri yoktu fakat azla yetinmeyi bilirlerdi. Baban tahta geçince ilk 5 sene falan çok iyiydi burası. Herkes babana teşekkür ederdi. Sonralarında halk kendi içinde örgütlenmeye başladı ve sonrasında isyanlar başladı."

Bütün bu isyanların bir nevi babamın yüzünden başladığını öğrenince moralim bozulmuştu. 

"Çok teşekkür ederim. Sizinle konuşmak benim için büyük bir onur." 

"Bir saniye evlat." dedi ve masanın kenarındaki mumu alıp kağıdın üstüne mühürledi. 

"Eğer babana taşı götürürsen bu mektubu da verirsen sevinirim." dedi ve hangi ara yazdığını bilmediğim zarfı elime verdi.

"Tekrardan çok teşekkürler." diyerek kadının evinden çıktım.

Kızılı AramakHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin