William Control-Beautiful Loser
Kapıyı açıp başımı dışarı uzattığımda, tek katlı motelin uzun bir yol gibi uzanan binasının bütün ışıklarının kapalı olduğunu gördüm. Az ileride, otoparkta benim kırmızı impalamdan başka hiçbir araba yoktu. Gözlerimi kırpıştırıp ilk adımımı attım. Jess'in nereye kaybolduğunu bilmiyordum ama buradan çıkmam gerekiyordu.Takım elbisemin parlak renkli ceketini üzerime geçirdiğim gibi dışarı çıktım. Arkama dönüp bakma ihtiyacı hissetmeden 111 numaralı odanın kapısını kapattım. Gömleğime bulaşan kanlar görünmesin diye (sanki burada görebilecek biri varmış gibi gereksiz bir endişe ile) ceketimin düğmesini ilikledim.
Arabama doğru koştum ve bir çırpıda anahtarı kapıda döndürerek sürücü koltuğuna atlayıp derin bir nefes verdim.
-Geç kaldın...
Korkuyla yerimden sıçrayıp yan koltukta oturan Jess'e baktım; üzerinde yine sökük hırkası vardı fakat bu kez o güzelim kalçasını saran dar kotlarından birini giymeye zahmet etmişti.
-K-kapı kilitli değil miydi, diye mırıldandım şaşkınca.
Bana umursamazca baktı ve sorumu görmezden gelerek,
-Nereye gitmeyi düşünüyorsun, diye sordu.
Arabayı çalıştırdım,
-Başka bir otele?
-Doğru, buraya yeterince kanıt bırakmamışsın gibi...
Kaşlarımı çattım, araba son hızla kıytırık motelin otoparkından çıkıp yuvarlak, turuncu ışıklarla yazılmış "Happy Rooms" yazısını geride bırakırken ve yola odaklanabilmeyi umarak direksiyondaki ellerimi sıktım.
Yavaş, ve -panik içinde olmasam- son derece baştan çıkartıcı denilebilecek hareketlerle önüme doğru uzanarak camımı açtı.
-Küllükte beraber içtiğimiz sigaralar, diye mırıldandı koltuğuna yaslanırken. Gerçi çoğunu sen içtin, değil mi?
Tek elimle gözlerimi ovuşturup ana caddeye çıkmak için sikik motelin bulunduğu ıssız muhitten -belki de bomboş bir arazi demek daha doğru olabilirdi- uzaklaşmaya çalıştım. Sigaralar, ah Tanrım. İzmaritlerin dudaklarına yapışan milyonlarca damla DNA.
-Kıyafetlerin, dedi bu kez, beni panikletmekten adeta zevk alarak. Lavaboyu yeterince iyi temizlediğinden emin misin bu arada?
Seks ve uyuşturucu kokan kıyafetlerim.
Ve hayır.
Kesinlikle emin değilim.
Kaçamak bakışlarla, benim tarafımdaki camdan esen rüzgarla uçuşan dalgalı saçlarını görebiliyordum. Ne yapacağımı bilemezcesine elimi çeneme götürdüm. Titrek ellerim saçlarımı kavrayıp telaşla tekrar direksiyona kondu. Başımı iki yana salladım silkinmeye çalışırcasına. Cebinden rujunu çıkarıp o mükemmel ve meydan okuyucu gülümsemesini takınarak,
-Cidden, suç gecesi Macbeth okuyarak trajikomik davrandığının farkındasın ama yine de baş ucundaki komidinin üzerinde unuttun onu, diye cıvıldadı.
Eski kitabın sayfalarına kurşun kalemle çiziktirdiğim saçma sapan notlar.
-Siktir, dedim direksiyona sert bir yumruk geçirip ve tırnaklarımı yanağıma, yeni yeni çıkmaya başlamış sakallarıma geçirdim.
Kontrolüm dışı kasılan yüz kaslarım, ne kadar paniklediğimin bir kanıtıydı.
Kıkırdayıp dudaklarını kırmızıya boyadı. Alt dudağı ile üst dudağını birbirine sürtüp dikiz aynasına doğru yükselerek nasıl göründüğüne baktı ve böylece ben de görebildim, her yerinden tutku damlayan dudaklarını. Aynadan gönderdiği oyuncu bir öpücüğün ardından,
-Bu arada, suçun neydi, diye sordu ve ben içim ürpererek frene bastım.
Sanki tam da bunu bekliyormuş gibi gözlerini kapatıp biraz bekledi. Bu kez çok farklı bir endişe duygusu ile olduğum yerde kalakaldım. Buna ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Aslına bakarsanız, motel odasının kapısını açtığım andan öncesi tamamen bulanıktı.
Ben ne yaptım? Zihnimin sisli köşelerine dek uzandı bu soru; fakat her nasılsa, geride bir yerlerde bir perde çekilmişçesine yanıtsız kaldım kendime karşı. Sorusuna karşı.
-Hey, diye fısıldadı elini yanağıma götürüp ve ben dokunuşuyla kendimden geçtim.
Parmakları dokunduğu yeri ateşe veriyor olduğunun bilincinde, boynuma kadar indi ve dudaklarını kulağımın arkasına belli belirsiz değdirerek,
-Ne yapman gerektiğini biliyorsun, dedi. Kaç.
Ve ben arabayı sürdüm, nedenini bilemeden.