5- "Eski Defterler"

25.4K 1.2K 274
                                    

Karşımdaki siyah ekrana bakar bakmaz gördüğüm yansıma ile yüzümü buruşturdum, kesinlikle berbat görünüyordum. Tamam para veriyor olabilirdim fakat insanların göz zevkini para verdiğim için bozamazdım, bu kadarı fazla olurdu.

Ellerimi saçıma daldırdım hızlıca. Fakat pek bir etki bırakamamış olacaktım ki kalıp gibi olan saçlarım asla şekillenmemişti. Oflayıp sandalyeyi geriye doğru çektim. Çantamın içindeki tokayı bulup saçımı toplasam iyi olacak gibi duruyordu.

Hafifçe yere doğru eğilip yerde duran çantamı elime aldım ve hızlı bir şekilde fermuarını açtım. El yordamı ile tokamı bulduğumda ise kucağımın üzerinde duran çantayı, nizami bir şekilde yerine geri koyup nefeslenmiştim. Bu olay bile beni yormuştu, hareket etmeye gerçekten de tahammül edemiyordum.

Hayat, bana erken sevinmemin yanlış olduğunu milyonuncu kez hatırlatmak istemiş olacak ki elimdeki toka aniden fırlayıp yere doğru süzülmüştü tüm bu olanların üzerine. Zaten hayat benim gibi takıntılı bir ruh hastası için fazlasıyla zorken bir de pençemi asla bırakmayan şanssızlığım her şeyi daha da zorlaştırıyordu.

Ciğerlerime derin bir nefes verip oturduğum sandalyeyi geriye doğru ittirdim ve bedenimi yere doğru eğdim. O tokayı bulana kadar görüşmeye giremezdim. 'Hocamın' karşısına böyle çıkmak istemiyordum, ilk intiba önemliydi ne de olsa (!)

Masanın altında, ışık görmeyen bölgede bulamadığım siyah tokam iyice sinirimi bozduğunda sandalyeden tamamen ayrılıp yere çömeldim. Sanki yere düşen şeylerin anında yok olma özelliği vardı, asla bulunamıyor oluşlarına bu yaşıma kadar başka kılıf uyduramamıştım. "Bak adam görüşmeye girecek şimdi, zaten ketumun teki. Ne olur yani bana zorluk çıkartmasan." diye söylendim cansız bir varlık olan tokaya hitaben. Gerçekten kafayı yemiştim sanırım.

Kurduğum cümleden sonra masanın ayağının altına sıkışmış olan tokamı görünce ufak bir sevinç çığlığı atıp tokayı sertçe çektim ve sıkıştığı yerden kurtardım. O kadar çok toka kaybeder olmuştum ki bir tanesini daha kaybetmeye tahammülüm yoktu. Bir de yetişmem gereken bir görüşme vardı. Çocuğu her fırsatta darlayan kişi benken dakikalarca onu bekletmem kesinlikle absürt olurdu.

Kulağıma ilişen müzik sesi ile karşı tarafın görüşmeye girdiğini anlamamla doğrulup kalçamı masama yasladım. Sesim ve görüntüm kapalıydı, birkaç dakika da o beni beklese sıkıntı olmazdı. Yani, olmamalıydı.

"Ki sen, benim gözyailarımı da gördün." diye bağırdım Göktuğ'un dinlediği şarkıya eşlik etmek adına. Ne de olsa beni duymuyordu, istediğim kadar saçmalayabilirdim. "Ki sen, benim ilk aldığım güldün!"

"Heyecanını kaybetmişsin, yok inancını kaybetmişsin."

Kulağıma ilişen erkeksi ses tonu ile hızlıca arkama dönüp az önce kapalı bıraktığım ekrana baktım. Bu kesinlikle kötü bir şaka olmalıydı. Ben sesimi ve görüntümü kapalı bir vaziyette bırakmıştım. Şimdi ise karşımda beton gibi bir surat ve ilgi çekici mavi gözler duruyordu. Üstüne üstlük sol alt köşedeki küçük kutucukta da kendimi görüyor oluşum tüm bunların üzerine eklenmiş; rezilliğimin tuzu, biberi olmuştu.

Şaka olduğunu umut ederek laptopun kapağını hızlıca indirdim ve içimden ona kadar saydım. Bu sırada bana asla rahat vermeyen dalgalı saçlarıma da at kuyruğu formu vermiştim.

Evet, kapağı kaldırdığımda kesinlikle orada olmayacaktı. Sadece tanımadığım, belki de sokaktan geçen yakışıklı bir çocuğun hayalini görmüştüm. Bu daha önce yaşamadığım bir şey değildi.

Sonun Başlangıcı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin