Eve varmalarına çok az kalmışdı ama aniden bir ses duydu:
-Hey, Howa?
Bu Wonho'ydu. Ho Howa'nın elini tutup, hızlıca yürümeye başladı. Howa şaşkınlıkla dedi:
-Hey, Ho Wonho bize sesleniyor..
Ho durdu ve sinirle dedi:
-İstersen, onunla yürüye bilirsin. Benim için sakıncası yok zaten. Bana sormana gerek yok. Kimim ki ben?!
-Hey Ho sakin ol.. Ben sadece...
Ho Howa'nın elini bıraktı ve eve doğru yürümeye başladı. Howa Ho'nun arkasından gitmek istedikte, Wonho onun kolundan tutdu ve dedi:
-Hey, Howa... Sana göstermek istediğim bi şey var.
-Aaa şey benim acil bir işim var aslında.
-Sadece dakikalarını alıcak. Gel lütfen..
Howa Ho'nun gittiği yöne baktı. Artık Ho gözden kaybolmuşdu. Arkasını döndü ve dedi:
-Lütfen biraz çabuk olalım Wonho..
-Tabii, hadi gel benimle.
Wonho Howa'yı açık bir araziye getirdi. Her yer bomboştu.
Howa sessizce sordu:
-Burda görmem gereken ne var ki?
Wonho Howa'ya yaklaştı. Hafifce çenesinden tutdu ve kafasını yukarı kaldırdı. Gökyüzünde bir sürü kelebek vardı. Hepsi bir-birinden güzeldi.. Howa şaşkınlıka dedi:
-Ama.. Bu kelebekler...
Wonho gülümseyerek, dedi:
-Hayır Howa hayır. Gösterdiğim şey o değil..
Howa yeniden gökyüzüne baktı. Ama yine gözüne kelebeklerden başka bir şey gözükmedi.
Wonho dedi:
-Yıldızlar!
-Hm? Yıldızlar mı?
-Evet yıldızlar.. Bu gün tam bu saatlerde yıldızlar gözükücek ve..
-....
-Senin onlarla birlikte bir dilek dilemeni istiyorum Howa.
Howa başını yukarı kaldırdı. Gökyüzünü dikkatlice süzdü. Aniden gözüne ışıltı çarptı. Evet! Bu yıldızdı. Howa şaşkınlıkla Wonho'ya dedi:
-Ama..bu..
Bu zaman Howa'nın telefonuna mesaj geldi. Mesaj da;
"Senin gibi güzeller!" yazıyordu.
Howa arkasına baktı. Ho orda durmuş gülümsüyordu.. Howa'nın endişeli yüzü artık eski mutluluğunu bulmuştu. Ho'nu gören Wonho Howa'nın elini tutarak, dedi:
-Senin için bir hediyyem var.
-Ah, ne gerek vardı?
Wonho yan cibinden bileklik çıkarıp, Howa'nın koluna taktı. Bileklik ince ve peri desenliydi. Howa sakince Wonho'ya baktı. Artık kalbi çoktan seçimini yapmıştı ama bi türlü rahat duramıyordu. Sanki onu Wonho'ya karşı iten bir şey vardı. Ama ne?! Wonho Howa'nın elini narince bıraktı, iç çekerek dedi:
-Umarım seni mutlu ede bilmişimdir. Akşam bu yıldızlara yeniden bak. Her zamankinden daha parlak olucağını görüceksin. İnan bana..
-Tabii onları seyredicem..
-Şimdi eve gidelim. Her an hava bozula bilir.
-Ben aslında eve Ho'yla birlikte gidicem.. Senin için bir sakıncası yoktur umarım.
-Şey, tabii ki yok..
-Teşekkür ederim..
-Şey o zaman ben bu taraftan gideyim ve yıldızları izlemeyi unutma lütfen..
-Tabii onları izleyeceğim. Bana inan.
-Peki, hoşçakal..
-Yarın görüşürüz.
Howa Ho'nun yanına geldi ve dedi:
-Gitmemişsin.
-Sen gelmedin, ben geleyim dedim.
-Ben aslında..
-Eve gidelim. Hava birazdan bozulucak. Fırtınaya yakalanmak istemeyiz. Değil mi?
Howa elindeki bilekliğe dikkatlice baktı. Ve dedi:
-Abi sen git.
-Ne? Bu ne demek?
-Uğramam gereken bir yer var.
Bu zaman gök gurlamağa başladı. Yağmur hafif hafif kendini gösteriyordu. Ho dedi:
-Şuna bak. Hadi eve gidelim. Daha sonra gidersin!
-Hayır!
Howa Wohno'nun gittiği yöne doğru koşmaya başladı. Ho'da onun arkasından şaşkın bir şekilde ilerliyordu. Howa'nın aklından geçen o şey onu tedirgin ediyordu;
[-Kızım benim, gel buraya
-Evet baba..
-Benim tatlı perimm..
-Baba?
-Efendim kızım?
-Bana neden hep peri diyorsun? Hep aldığın hediyyeler bile peri desenli..
-Annen sana onları vermeme izin vermiyor ama, ben bir babayım. Kızımsa bir melek! Onu mutlu etmem gerek değil mi? Sen de tıpkı periler gibi iyi kalpli ve yardımseversin. Bu yüzden yapıyorum. Baksana peri desenli her şeyin var.
-Hayır baba... Daha bileklik kaldı. Bilekliğim yok ki.
-O zaman yarın onu da alırız.
-Ama baba yarın...
-Doğru yarın uçakla gidiyoruz.. Ordan döndükten sonra alırız.
-Amma annem.. Yarın annem beni...
-Hey kızım sakin ol neden ağlıyorsun? Howa kızım noldu? Ağlama... Howa]
Howa koştu. Çok koştu hemde ama Wonho'nun izini kaybetti. Ona sorması gereken önemli bir şey vardı ama geç kalmıştı. Her defasında olduğu gibi, geç kalmıştı. Bu zaman Ho elini Howa'nın omzuna koydu ve dedi:
-Howa...
-...
-Endişeliyim!
Howa kafasını kaldırdı ve dedi:
-Benim için endişelenmene gerek yok! Bunu sana...
-Hayır! Senin için değil!
Yağmur daha da şiddetli yağmağa başladı. Sanki, kötü haberlerin elçisi gibi sokakta durmuş iki insanın yanındaydı. Ho sözüne devam etdi:
-Yıllardır sana söylediğim tek bir cümle var Howa.. "Bana güven!" "Bana anlat!" "Benimle paylaş!" Ve.. en esası
-...
-"Ben senin abinim!" Söylesene Howa sen beni dün mü tanıdın? Ya bu gün mü? İki, bir dakika önce mi? Yoksa hiç tanımadın mı? 5 yıl 8 yıl 10 yıl bilmem kaç yıl. Yeter artık!
-Ho ben..
-Bana anlatman yeterdi. Sadece bir kaç cümle.. O kadar basit ki. Ama ben o bir kaç cümleni sana o kadar iyi izah ederdim, ki birine anlatmana ihtiyyacın kalmazdı Howa.. Kalmazdı..
Howa suskun şekilde Ho'nun gözlerinin içine baktı.. Acı ve üzgünlüğü belki de göz yaşlarıyla ifade edemiyordu. Ama suskunluk ve kırılmış kalbi suratına yansıyordu. Howa Ho'nun elini göğsüne koydu ve dedi:
-Söyle Ho.. Hiss etdiğin kalpatışı sana ne söylüyor?
Ho'nun elleri titremeğe başladı. Çünki, o Howa'nın kalp atışını duyamıyordu. Hissedemiyordu! Gözünün yaşı mürekkeb gibi Howa'nın eline düşdü. Çünki, artık o göz yaşınının izi asla ordan silinmeyecek. Kafasını kaldırdı bir şey söylemeye çalıştı ama boğazı düğünlenmişti. Bir türlü kelimeleri azad evemiyordu. Bu zaman Howa eliyle Ho'nun göz yaşını sildi ve dedi:
-Bana iki dakika önceki halimi hatırlatıyorsun biliyor musun?...
Rüzgarın sesi Ho'nun sesine ses verdi... Artık kelimeleri özgür bıraka bilirdi ama Howa buna izin vermeden ona sarıldı ve dedi:
-İkimizde haklıyız!... Sadece aynı zaman da ama farklı kişiler olarak.
-Üzgünüm...
-Ben de! Sonuna kadar haklısın çünki. Sana anlatmak benim yükümü hafifletirdi. Ama ben aksini yaparak, ikimizinde kalbini kırdım. Ve bir daha bunu yapmak istemiyorum. Elbette saklamak için haklı sebeblerim ola bilirdi ama..
-...
-Abi'mden değil!
-Anlıyorum Howa. Seni de çok iyi anlıyorum. Merak etme.. Her şey yolunda! Sadece artık içimde tutamadım.. Anlamak ve anlatmak çoz zordu.
-Hadi eve gidelim. Her şeyi sana en ince detaylarıyla anlatacağım!Konuşalım.
-Tabii.(Sangdok'lar mahallesi)
Wonho kapıdan yeni girmişti ki babasının masa da oturduğunu gördü. Şaşırdı. Çünki, o pek eve uğramıyordu. Çantasını kenara bırakıp, dedi:
-Gelmişsin?!
-Bu da ne demek?
Lil, Daeyon ve annesi masadan kalktılar ve bir kenara çekildiler. Wonho sözüne davam etti:
-Hiç gelmeseydin diyorum. Ne zahmet ettin bacaklarına?
Babası ayağa kalktı ve dedi:
-Sen haddini çok kötü aşmışsın oğlum. Geç odana gözüm seni görmesin.
-Ne o? Tokat mı atarsın? Döver misin? Keser misin? Öldürür müsün? Bir yığın hakaret edip, her zamanki gibi kapıyı çarpıp gider misin? Ha? Ne yaparsın? Eğer "evet bunları yapıcam" dersen ne duruyorsun? Yap! Umursamıyom! Artık bunların bir önemi yok bay So!
-Ben senin...
-Babam mısın? Yo değilsin! Babalar çocuğunun kaç yaşında olduğunu bilir! Ne kadar büyürlerse, büyüsünler yine de... yine de çocuk kaldıklarını bilir. Doğum gününü bilir! En sevdiği şeyin baba ilgisi olduğunu bilir! Çocuğunun yaşına bakmaz ve ona her geldiğinde...(ağlayarak) bir sürü...bir sürü çikolota getirir! Senin bildiğin ne? Bildiğin ne baba? Bildiğin ne? Soy ismimizin aynı olduğu mu? İşinin ailenden önemli olduğu mu? Kariyer için değişilmek ve iğrenc bir canavar olmak mı babalık senin için? Ha?
-...
-Lütfen şimdi her zaman yaptığın gibi montunu al ve... Bu kapıdan hiç bir şey olmamış gibi çık git bay So! Çünki, bu hayatta yapa bildiğin en kaliteli şey... o.
Wonho yere bıraktığı çantayı aldı ve odasına çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm'ün aşkı
Mystery / ThrillerAşkın asla ölümsüz olmadığının kanıtı burda yer alıyor..