HOVAN

1K 79 63
                                    


Merhabalar gençler, bu kitap Ramazan'a özel kısa bir kurgu olacaktı ancak ben üşenip son iki bölümü yazmayı erteleye erteleye anca bu güne kaldı.

Dedim ki o zaman bu, bayram şekerlerime, bayram hediyesi olsun.

Umarım beğenirsiniz, oy verip yorumda bulunmayı ihmal etmeyin lütfen,
keyifli okumalar
❤️

"Agir abe! Agir abe!"

Genç adam uykusuzluktan neredeyse birbirine geçmiş kirpiklerini aralayıp, kısıkça esmer lakin sarı saçlı oğlana baktı,

"Ne istersin, sabahın körü dikilmişsin başımda!"

Oğlan onun memnuniyetsizliğine aldırmadan konuştu,

"Anam çağırır, kahvaltı edecez."

"Kalkmıyorum ben, de hayde çık dışarı uyuyacam."

Oğlan inatla yerinde kalırken bu kez yüzünde bilmiş bir gülümseme vardı,

"Baba, herkes sofrada olsun, beni getirtmesinler dedi."

Sinirle dişlerini sıkarken kanlanmış gözleriyle öyle sert bakmıştı ki kardeşine, küçük çocuk korkuyla geriye kaçmıştı.

Hemen bu esnada da Zelal hanım Aralık kapıdan içeri girmiş ve küçük oğlunun ensesine bir tane patlatmıştı,

"Ula eşek ogli eşek, ben sana demedim ağabeyin yorgun, uyandırma deye!"

Ardından bir tane de poposuna patlattı,

"Ya ana ya!"diye bir isyanda bulunup kaçmıştı odadan.

"Sen uyu oğul, bozma rahatını."

Başından savarcasına kafasını sallamış ve yatakta öteki tarafa dönmüştü. Zelal hanımın da dışarı çıkmasıyla Agir kendini huzurlu uykunun kollarına bırakacağını düşünmüştü ancak o saatten sonra gözüne uyku girmemişti.

Dertli bir of bırakırken kalkmıştı döşeğinden. Homurdana homurdana oraya buraya saçılmış kıyafetlerini toplayıp üzerine geçirdi.

Ağzı koca bir esneme ile neredeyse birbirinden ayrılacağı esnada elini dudakları önüne siper etmişti. Esnediğinden ötürü sulanmış gözlerini kırpıştırıp küçük taş odadan çıktı.

Kapıya ilerlerken üzerine ceketini geçiren oğlunu gördü Zelal hanım.

"Nereye Agir'im, neden kalkmışsın?"

"Napayım ana, sıpa yüzünden uyandım bir kez."

"Eyi madem gel bir iki lokma geçsin kursağından."

Mavi demir dış kapının kancasını çekti yan gözle annesine bakıp.

"İştahım yoktur ana, size afiyet ola. Hadi Allah'a emanet."

"Dur hele, bari nereye gidersin onu de."

Demir kapıyı aralarına bir set gi5bi çekmeden evvel,

"Dükkana."diye mırıldandı.

Elleri cebinde gözleri önünde yürümeye başladı. Güneş ışığı, uyku mahmuru gözlerini yakıyordu. Dükkan'ın önüne geldiğinde karşıdaki sahaftan duyduğu sesle o tarafa çevirdi başını.

Hovan elinde çayı, dükkanının önündeki hasır oturağa kurulmuş gözlerini bir an olsun ayırmadan Agir'e bakıyordu. Üzerinde krem rengi, boğazlı bir kazak, siyah bir kargo pantolon vardı. Ayaz güneşi kehribar rengi gözlerine vuruyor, birer yakut misali parlak gösteriyordu. Sürme çektiği göz çevresi ve uzun kirpikleri de çabasıydı. Kemerli ve karakteristik bir burnu vardı, yakışıyordu lakin ona. Bir başkasının yüzünde olsaydı çirkin durabilirdi. Kısacık asker traşı saçlarının uzun halini en son ne vakit gördüğünü bilemiyordu Agir.

Arkada kısık volümde çalan türkü hala kulakları etrafında dansını sürdürüyordu Agir'in.

Gözlerini ondan çekip, kasap dükkanına girdi. Babası yaşlıydı artık, bu sebepledir ki evde kalıyor ancak yer yer de teftişe geliyordu dükkana.

Elindeki satır ile et doğrayan ağabeyine baktı,

"Ağbey."

İşine pür dikkat odaklı adam onun sesini duymasıyla irkilmiş ve başını kaldırmıştı,

"Kardeş? Bu gün bura bende, unuttun?"

Kafasını iki yana sallarken neredeyse bütün esnafta olan hasır oturağa çöktü,

"Yok abe. Bizim sıpa sabah geldi, bela kesildi başıma. Uyku muyku bırakmadı."

"Kime çekti bir bilsem."diye sitem etti Mahsun. İstemsizce güldü genç oğlan ağabeyinin isyanına.

Adam bir yandan işine bakıyor öte yandan da kaçamak bakışlar atıyordu kardeşine.

"He ağbey, de ne diyeceksen. Merak ettim, neymiş karın ağrın."

"Yok oğlum, öyle bakıverdim."

"Ağbey!"

Kardeşinin uyarıcı sesi ile elindeki satırı bıraktı tezgaha.

"Agir'im, sen hazır burdasın, bana iki dakika müsaade et de yengeni göreyim. Özledim gülümü."

Tebessüm etti Agir,

"Ayıp ediyorsu ağbey, bundan mıydı karın ağrın. Sen git keyfine bak bura bana emanet."

"Ulan-"diye coşkulu bir şekilde yükselip ellerindeki eldivenleri çıkarmış ve kısa bir süre suyun altında tutarak çıkmıştı tezgahın ardından. Kardeşinin yanına gelip başından kavramış ve tam altının çatından öpmüştü,

"-aslanım benim. Hadi kolay gele."

Montunu eline alıp, üzerine dahi geçirmeden koşarak çıkmıştı et malikanesinden. Onun bu deli divane hali karşısında kahkaha atmıştı sarı saçlarını karıştıran oğlan.

Başını ardına dek açık kapıya çevirdi, gözleri sürmeli bakışlar ile çarpışırken gülüşü solmuştu yavaş yavaş. Sertçe yutkunurken hala gözlerini çekmiyordu. Her daim olduğu gibi gözleri buluşmuş ve uzun bir müddet ayrılmamıştı, taki araya ikisinden birinin müşterisi girene kadar...

TURNAM GİDERSEN MARDİNEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin