ÇARESİZ

464 60 44
                                    


Önünde boylu boyunca duran belgeye baktı Agir. Sevinse mi üzülse mi bilemiyordu.

Sonunda öğretmenlik yapabilecekti, devlet kontenjanına dahil olmuştu ve görev yeri Diyarbakır olarak görülüyordu.

Sesli bir nefes verip, komodinin üzerindeki kremi aldı. O gün olanlardan sonra ikisi de tek kelime edmemişlerdi, daha sonraysa Hovan, Agir'i kolundan tuttuğu gibi hastahaneye götürmüştü. Neyse ki arabası vardı da otobüste sürünmemişti. Taksi içinse zaten yeterli bütçesi yoktu. Hele böyle sancılı bir zamanda, koyvermişlikle harcama yapamazdı.

Doktor mühim bir şey olmadığını, sadece ufak tefek bir kaç zedelenme ve ezilme olduğunu söylemişti. İki adam arabaya atlayıp geri dönmeden evvel de sürmeli olan, yazılan ağrı kesici ve iki kremi eczaneden almıştı.

Stresten terlemiş ve sürmesi az biraz akmış, perçemleri de alnına dökülmüş adamın görüntüsü her gözlerini yumduğunda, önünde beliriyordu. Abartılı bir film sahnesi olsaydı ilahi bir müzik eşliğinde arkasından beyaz bir ışığın yansıyacağından ve hareketlerinin yavaş çekimden nasipleneceğine emindi Agir. Onu endişelendirmiş olmak üzülmesine sebep olsa da, onun için endişeleniyor olması deli gibi hoşuna gidiyordu.

Her insanın bir parça tatlı bencilliği olurdu. Kapağı döndürüp açtı ve kendine çektiği ayağının bileğine sürmeye başladı. Hovan'dan numarasını istediği o an zihnine doldukça utanıyordu. Öyle pat diye söyleyivermişti. Hovan'ın ise canına minnetti. Dudakları muzipçe iki yana kıvrılırken, dediğini yapmıştı.

Gelen bildirim sesi ile başını bileğinden kaldırıp ışığı yanıp sönen telefona baktı. Kremsiz olan serçe parmağı ile şifreyi girip gelen mesajda göz gezdirdi,

"Nasıl oldun?"

Hovan'dan geldiğini gördüğü mesaj ile yerinden fırladı. O an yaralarını bile unutmuştu. Gerçi acı daha sonra kendini hatırlatmıştı ancak elbette ki bu Agir için mühim değildi, zira şu an için daha mühim şeyler vardı.

Banyoya koşup -ne kadar becerebildiyse artık- ellerini yıkamış ve kendini yatağı üstüne atmıştı. Telefonu eline alıp, tuşlar üzerinde kaydırdı parmaklarını. Yeni yetme bir ergene bürünmüştü birden,

"İyiyim çok şükür. Zaten sen de duydun, önemli bir şeyim yokmuş."

Üstteki panelde bir kaç kez 'yazıyor...' bir kaç kez de 'ses kaydediliyor..." İfadesini görmüştü. Ancak Hovan yazdıklarını tekrar tekrar siliyor, ses kaydını daha yarısındayken beğenmeyip, çöp kutusuna yolluyordu. Nihayetinde aramaya karar verdi.

Agir'in gördüğü görüntülü arama isteğiyle, tükürüğü boğazına kaçmış ve bir kaç kez şiddetle öksürmüştü. Titreyen elleriyle mavi ikonu yukarıya sürükledi.

Agir karşısında gördüğü adam ile heyecanla yerinde kıpırdanıp gülümsedi. Hovan boğazını temizlemiş ve eliyle ensesini ovuştururken kendini açıklamaya girişmişti,

"Durumunu kendi gözlerimle görmek istedim."

"İnandın mı bari?"eğlendiği sesinden belli oluyordu Agir'in.

Gözlerini devirdi Hovan,

"İnandım."

Daha sonra ikisi de gülüştüler. Şimdi sessizlik aralarına süzülmüştü. Saniyeler boyu Agir Hovan'a, Hovan Agir'e baktı.

"Bu gün bir belge aldım. Atamam gerçekleşmiş."

Yüzü düşerken dudakları aralandı ancak bir şey söylemedi Hovan devam etmesini bekledi.

"Diyarbakır'a gidecekmişim. Bu sıra işler kesat zaten, babam belli etmiyor ama üzülüyor bayağı. Adem şerefsizi de tutturdu kiramı verin diye, üstüne de zam koydu tabii. Bu gidişle kepenkleri indireceğiz."

Düşünceli gözlerini daldığı yerden ayırıp Agir'e baktı sürmeli,

"Gideceksin yani."

"Çaresiz kaldım, tek yolu bu. Hem onca yıl boşuna okumadım ya, elbet gelecekti bu gün."

Kaşları çatıldı Hovan'ın. Daha yeni yeni aralarında bir şeyler yeşeriyorken gidemezdi. İstemiyordu.

"Para sorun değil, ben yardım ederim. Gitmen gerekmiyor."

Bu kez kaşları çatılan Agir olmuştu,

"Olmaz öyle şey. Hem ben he desem ne babam ne anam ne de ağabeyim izin verir. Gurur yaparlar."

Dişlerini sıktı,

"Açık konuşacağım Agir. Sen bunca sene hem ailen hem de ataman olmadığı için Mardin'desin ama ben senin için buradayım. İzmir'deki kliniğimi bıraktım da geldim buraya."

Nefesi tıkandı Agir'in. Elleri boynuna giderken güç bela mırıldandı,

"Bunlar telefondan konuşulacak mevzular değil."

Derin bir nefes alıp verdi Hovan. Agir doğru söylüyordu.

"Yarın, aşağı mahalledeki harabenin orada beni bekle. Madem ikimizin de söyleyecekleri var, oturur konuşuruz."

Kafa salladı Agir. Tekrar sessizliğe gömüldüler.

"Keşke daha önceden gelseydi sahafa."diye mırıldandı ardından.

"Sen yine geldin. Bana kalsa bir ömür o hasır taburede oturur izlerdim seni.

Aklına gelen şeyle utanarak sordu Agir,

"Neyimi izledin ki bunca vakittir zaten, anlamadım. Albenim de yoktur."

Alayla güldü Hovan,

"Öyle ama işte, kargaya yavrusu şahin görünürmüş. Tutulduk bir kere, o saatten sonra ne sözde güzeller geldi de senin küçük bir bakışın kadar bile etki edemedi kalbime."

"Peki, gidersem..."diye sordu Agir korkuyla kalbi gümbürderken.

"O vakit de ben çaresiz kalır, geleceğin günü beklerim dört gözle..."



TURNAM GİDERSEN MARDİNEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin