KİTAP

490 70 29
                                    

"Yok ağabey, bir şey olmaz."

Mahsun çattığı kaşlarının ardından baktı kardeşine,

"Ne demek bir şey olmaz Agir, iki gündür dükkanın başındasın. Bu gün ben bakacağım olmaz öyle şey."

Sesli bir nefes verdi Agir,

"Yaw ağabey, sen bilmez misin ben düğün sevmem. Bahane oldu işte bana."

"Kardeş, esnaf bugün erken indirecek kepengleri, baba sana da öyle yap derse ne edicin?"

"Ne edicim, eve gidip dinlenicim."

İflah olmaz kardeşine bir bakış attı Mahsun,

"Eyi, ne halın varsa gör, ben babayla da konuşurum merak etmeyesin."

Keyifle gülümsedi Agir,

"Eyvallah ağabeyim. Hadi görüşürüz."diyerek attı kendini evden. Yürürken kendi kendine söylenmeye başladı.

'bir düğün eksikti zaten, hayır nadir de olmuyor ki! Burada hergün düğündü...'

Önündeki çakıl taşını tekmeleye tekmeleye yürürken ne ara yolun bittiğini ve işe geldiğini bilemiyordu bile.

Cebinden anahtarı çıkarıp kilidi açtı ve koca demirden ağları kaldırdı. Kapıyı ardına dek açıp önüne ağırlık koydu ve bir öf çekti. Bu yer de kapalı kalınca hiç çekilmiyordu.

Bir çay koyup kapının önüne oturdu ve temiz havayı ciğerlerine çekti. Kafasını ardındaki cama yaslarken göğü seyretmeye başladı. Bulutların hantal hantal kayışlarını izlerken mest oluyordu. Ne kadar öyle kaldığını bilmiyordu ama bir süre sonra kalkıp çaydanlığı kontrol etti. Kaynayan suyun altını kapatıp demledi.

Dışarıda çayını da içtikten sonra içeri girdi. Sonra tekrar dışarı çıktı, ardından tekrar içeri girdi. Dışarı çıktı, içeri girdi, dışarı çıktı, içeri girdi. Ne yaptıysa da Hovan hiç dışarı çıkmadı ve Agir onu bu gün hiç göremedi. Gözü sürekli camın ardından karşıya kayıyor, huzursuz hissediyordu. Neredeydi bu aptal! Eğer görünmez olabilseydi gider, onu kulağından tuttuğu gibi dışarı sürüklerdi...

Bu gün yeni kesilmiş gelen kuzuyu kesmek için arka tarafa geçti ve tulumunu, önlüğünü, botlarını ve eldivenlerini giydi. Önce butlarından başladı, sonra karnına uzun bir kesik attı, taşan kanlar gidere dolarken, hayvanın bağırsakları dışarı fırlamıştı.

Yüzünü buruşturdu Agir. Bu işten nefret ediyordu. Donmuş, doğranmış ve kandan arınmış etlerle uğraşmak kolaydı ancak bu görüntü onu rahatsız ediyordu.

Dişlerini sıkarak hızlı hızlı halletti işini. Sonunda soyunup dökünmüştü üzerine geçirdiği şeyleri. Ellerini lavaboda yıkayıp kuruladı. Bu gün sadece üç müşteri gelmişti. Bu gidişle dükkan batacaktı. Gerçi bunun için kafasında bir kaç plan vardı, ancak şu an düşünmek istemiyordu. Bedeni o kadar yorulmuştu ki, zihni bunu kaldıramazdı. Kollarını arkaya atıp, sırtını kütürdetti. Sonra dışarıya baktı akşam üzeri olmuştu. Esnaf çoktan tası tarağı toplayıp kapatmıştı dükkanları büyük ihtimal. Kontrol etmek için dışarı baktı ve emin oldu. Terkedilmiş bir kasabaya benziyordu.

Yani... Bir kişi haricinde kendi dışında herkes gitmişti.

Dilini dudaklarında gezdirdi. Agir edebiyat öğretmenliği mezunuydu, bu sebeple kitap okumaya bayılırdı, ancak evde çoktan bitmiş kitapları da tekrar tekrar okumaktan ezber yapmıştı neredeyse. Bir kaç gündür de aklında yeni kitaplar almak vardı.

Aslında başka bir yere gitmeyi düşünmüştü ancak şuan etrafın kuş uçmaz kervan geçmez halinden yararlanmak istiyordu. Üzerinde fazla düşünmeden hızlıca içeri girmiş ve ceketini kaptığı gibi çıkmıştı. Kapıyı kilitleyip demir ağı çekmiş ve tekrar kilitlemişti.

Kalbi heyecanla gümbürderken, temkinli olmak adına etrafa son bir kez daha göz atmış ve tereddüte düşmeye fırsat tanımadan hızlı devinimlerle hareket etmişti.

Bacağını kırıp tek basamağı çıkmış ve içeri girmişti. O an suratına çarpan kitap kokusu ve hoş başka bir koku ile daha harmanlanmış sıcak hava öylece donmasını sağlamıştı. O denli güzel hissettirmişti ki oturup hüngür hüngür ağlayabilirdi.

Kalbinin göğsünü delicesine yumruklaması, boğazının sürekli yutkunmasına rağmen geçmeyen kuruluğu, içindeki bitmek tükenmek bilmez tuhaf heyecan ve titreyen elceğizleri tek bir şeye işaret ediyordu.

Agir o an duygularına ve ona sunduğu uzun bakışlara anlam yükleyebilmişti. Ne olduğunu biliyordu artık. Hisleri bir tokat gibi suratına çarpmış ve sanki hayali bir el tarafından itilmiş gibi sendelemesine engel olamamıştı.

Hovan yere çömelmiş, aşağıdaki rafları düzenliyordu ancak, ardında duyduğu hareketlenmeyle o tarafa dönmüştü. Yüzündeki dehşetli ifadeyle ve sıkıca tutunduğu kapı ağzında donmuşcasına dikilen genç adama baktı.

Çömeldiği yerden kalkarken ona dönmüştü önünü. İkisi de tek kelime etmeden birbirlerine bakıyorlardı. Bunca vakittir bakışlarıyla iletişim kurduklarından ne söylemeleri gerektiğini ikisi de bilmiyorlardı. Ancak Hovan, Agir'e kıyasla daha soğuk kanlı olduğundan dizginleri eline almıştı,

"Sorun mu var?"

Kendine gelen Agir gözlerini kaçırıp, kitap dolu rafları incelemeye başlamış ve bu sırada da boğazını hafifçe temizleyerek cevap vermişti,

"Alacaklarım vardı."



TURNAM GİDERSEN MARDİNEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin