Giriş

749 32 6
                                    

İnsan, gözlerden uzak yerlerde olmayı yeğlerdi bazen:

Çoğu zaman düşünceleri ile baş başa kalır, çoğu zaman ise onları susturur ve anın tadını çıkarırdı.

Tabi onun için durum farklıydı. Genellikle teri soğumadan, henüz soluklanamadan tekrar ve tekrar onlardan kaçardı...

Kaçmak zorunda değildi, ona iyi bir hayat sunulacağını, ailesinin onu özlediğini söylüyorlardı. Fakat biliyordu ki, asla öyle değildi. Gerçek şuydu ki: Ailesi onu korusa bile(o da kendini koruyabilirdi fakat baş tanrıya karşı imkansızdı) ona çocuğun nerede olduğunu soracaklarını biliyordu.

Onun nerede olduğunu söyleyemezdi, bu sebeple her seferinde kaçıyordu peşindeki yaratıklardan ve Tanrı'ların habercisinden.

Yakalandığı an cezalandırılacaktı, bunun farkındaydı. Ya güçlerini ebediyen kaybeder ve bir faniye dönüşür, ya da yaptıklarının bedelini Tartarus'a sürgün edilerek öderdi.

Herkesin dilindeki kişiydi o. Herkesin merak ettiği, herkesin peşinde olduğu, uğruna ödüller koyularak peşine sürü sürü insan ve insanüstü düşürülen kişi.

O kayıp olandı. En az Zeus ve Nyx kadar korkulan bir tanrıçaydı. Tüm evren onun peşindeydi belkide.

Denizin dalgaları, esen tatlı meltemin tenine dokunup geçişi, martıların sesleri ve Güneş'in iç ısıtan ışığı...

İnsan veya araba sesleri yoktu. Gökyüzünde olan kalın bir egzoz dumanı, ya da etrafta suç işleyen kimseler yoktu. Sadece bu sesler vardı ve bu onun huzuru bulmasını sağlıyordu.

Onca koşuşturmadan sonra, rahat nefes alabileceği bir yere ihtiyacı vardı. Ve çareyi, öğle saatlerinde ziyaretçi akınına uğramayan bu sahilde bulmuştu.

Dışarıdan kendisine bakıldığında; dalgalı kahverengi saçları, üzerindeki beyaz, oldukça şık ve bir o kadar da sade olan elbisesi dikkat çekiyordu.

Başında, alnından başlayan ve arkalara doğru devam eden altın bir taç vardı. Tacın etrafı yaprak desenleriyle süslüydü ve alnın tam ortasında olacak şekilde gök mavisi, ters üçgen bir taşı vardı. Bu taş, gözlerinin renginin tıpatıp aynısıydı adeta.

Bu kadar oturmanın yeterli olduğunu düşünerek ayağa kalktı. Ayaklarında suyu hissetmek istediği için dalgalara çevirdi adımlarını.

Güneşin sıcak ışığı ile ılıklaşan denizin suyu, minik dalgalarıyla her ayaklarına çarptığında yüzündeki gülümseyişi büyüyordu. Farklı bir hissi tadıyordu ve bundan hoşnuttu. Olimpos da tartışmaktan başka bir şey yaşanmıyordu çünkü...

Sahilde ilerledikçe huzur buluyor ve bu anların hiç bitmemesini ummuyordu. Lakin biliyordu ki bu huzuru kısa sürecekti. Zaten en güzel huzur, kısıtlı olan değil miydi?

Çocukluğu geçti gözlerinin önünden. Nasıl da almışlardı elinden yaşam sevincini, nasıl da pişman etmişlerdi doğduğuna...

Bin ömür dolusu anı, bir film şeridi edasıyla gözlerinin önünden geçiyor ve zihnini bulanıklaştırıyordu. Ne yaptığını bile fark edemiyordu düşünceleri sebebiyle.

İlk aşkı, neşe dolu anılar, kalp kırıklığı, henüz gençken büyük sorumluluklar üstlenişi, kargaşalar, tartışmalar, kandırılması, tanrılardan kaçışı, başka bir gezegene sığınması, bir faniye aşık olması ve evladını bırakmak zorunda kalması...

Garipti. Bir tanrıçaydı, fakat anıları neredeyse bunlarla sınırlıydı. Şu sıralar bir insanla aynı özellikleri gösteriyordu, fanileşiyordu belkide ve bu canını sıkıyordu.

Sahilin diğer tarafına geçmek için kullanılan büyük taşların ortalarına geldiğini yeni fark ediyordu. Taşlar bir tünel edasıyla birleşmiş ve insanlar için bir yol oluşturmuştu.

Elini taşların üzerinde gezdirdi. Kimi kişiler buraya gelmiş ve taşın üzerine isimlerini kazımıştı.

İki isim çarptı gözüne, arasında kalp olan. Bir tebessüm peyda etti dudaklarında. Yaşamlarının sonuna dek hatırlayacaklardı yazdıkları anı. Kaderlerini birbirine mühürlemişlerdi bu yaptıklarıyla.

Yolun bittiği yere geldiğinde, buranın diğer tarafa göre daha güzel ve daha kasvetli göründüğünü fark etti. Burası daha az ışık alıyordu ve sahilin karşısındaki taşların üzerinde sarmaşıklar vardı. Taşların arasında ise bir mağara.

Çok uzaklardan gelmeyen kuvvetli bir ışık fark ettiğinde, gözlerini ışığın geldiği yöne çevirdi hemen. Aniden çıkan bu ışık onu tedirgin etmişti.

Yakınlarında bir portalın açıldığını fark ettiğinde göz devirdi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Bir kere de olsa rahat bırakmazlardı, değil mi?

"Hey, hey, hey! Bir yere gitmek yok. Sana haberlerim var."

Duyduğu sesle arkasına döndü. Bu Hermes'ti. Tanrılar'ın habercisi. Her zamanki gibi elindeki parşömeni ile karşısında duruyor, dalga geçtiğini belli eder bir şekilde sırıtıyordu.

"Yine ne haberi getirdin?" dedi Hermes'e genç tanrıça. Hermes, sırıtışını sürdürürken parşömenini açtı ve kaşlarını kaldırarak okumaya başladı.

"Hyperion ve Theia'nın en küçük kızları, Tanrıça Amarenthine:

Olimpos'un kurallarını çiğnemek, Zeus'un çocuğunu kaçırmak, izinsiz bir şekilde Gaia da sığınmak, kaderi engelleyecek eylemlerde bulunmak, Tanrılar'ın habercisini ve peşindeki diğer yaratıkları yaralamaktan suçludur. Birkaç gün içerisinde Olimpos'a dönmelidir. Aksi takdirde cezası ağırlaştırılacak ve kendisi Tanrılıktan reddedilecektir.

Affı için çocuğu getirmesi, cezasının hafiflemesine veyahutta kaldırılmasına tabi olacaktır.

Tanrıların Babası Zeus'tan"

Güldü Morana. Sadece güldü. Gerçekten, bunu kabul edeceğini düşünmüşler, korkudan çocuğu onlara teslim edeceğini sanmışlardı.

"Sizleri daha zeki sanırdım" gülmesi durdu ve yüzünü ciddi bir ifade kapladı. "Onu geri getireceğimi, sizlere teslim edeceğimi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Ben cezamı çekmeye razıyım, çocuğumu getirmeye değil." dedi ve ekledi "Zeus'a iletirsin"

Nerita'nın Kalbi (Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin