Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Yüreğime gelen bir serçe artık mutsuz ve bitkin. Senin ellerinde nefeslenip ,yüreğinde ölen serçe.
Söze nasıl başlayacağım bilmiyorum , sanki sana yazdığım ilk mektup olacak bu . Öyle bir telaş var içimde. Ama senin bilmediğin, sana yazılan binlerce mektup var ,yüreğimde şahlanıp sen de durulan binlerce satır. Senin isminin geçtiği her cümle lavanta kokuyor iken , sen gül bahçelerini es geçerek beni dikenlere boğdun . Yüreğim kan ağlıyor, bilinmez ki deryalar ,semalar bu acıya ağlıyor. Bulutlar ağlıyor, çocuklar artık gülmüyor ve sen pamuk şekerine kavuşmak isteyen bir kız çocuğunun kalbini incittin . Sen benim pamuk şekerimi almadın ,biliyorum hiçbir zaman benim olmadı o ,olmayacaktı ama sen benim kolumu ve kanadımı kırdın. Ve ben yere çakıldım ,kum tanelerinin süslediği bu denizde çırpınıyorum durmadan ve yüzme bilmiyorum . Boğuluyorum.... Senin cennetinde ki bütün güller güzel kokarken sen bana cehennemin de ki ateşi gösterdin. Sen beni yaktın, yıktın ve öldürdün. Üzgünüm , sevdiklerime verdiğim sözü yine tutamadım ben ve bir serçe daha cennetine kavuştu bugün ve bir can daha göğe yükseldi.
Pencereden içeriye giren ve odanın duvarında ışık huzmesiyle dans kareografisi ortaya çıkan perdenin gölgesini izliyorum. Yalın ayak tozlu parkelere basıp bu dansa bende eşlik ediyorum ve bunu kulağımda kulaklık olmadan yapıyorum. Odama yaklaşan seslere karşılık olarak hemen masamın yanında konumlandırdığım sandalyeme oturuyorum ve kapıyı çalan anneme karşılık veriyorum . Kapıyı açıyor ve önümde açık duran kitaplara bakıyor. " Ders mi çalışıyorsun ?" Başımı sallıyorum ve cevabımı önceden hazırlamış olmalıyım ki cevap veriyorum . "Her akşam ve her daim çalışıyorum anne ,buna bu kadar şaşırmış olman ilginç . " Annem kafasını sallıyor ve elinde tuttuğu kupa bardak ve bir tabak dolusu küçük lokmalık kekleri masama koyuyor..
Odamdan çıktığında yine dalıyorum uzaklara . Seni düşünüyorum, senin beni bırakıp gidişini ve bana hiç bir zaman gelmeyişini ..
Benim ismim Eylül Kozan. Hayır hayır asla 'Bir İstanbul Masalı'ndaki Kozanlar ile bir bağlantımız yok . ' Ama o diziye hayranlığım ve senin yerine koyduğum Demir'e olan hayranlığım fazlaca ve biraz da Esma'nın salaklığını almış olursam benzerliğimiz çıkabilir. Yerimden kalkıyorum ve perdeyi açıp senin odana doğru bakıyorum gölgen vurmuş perdeye ,içeride beyaz bir ışık var ve odandan bahçeye doğru 'Ay Işığında 'şarkısı yükseliyor. Bu şarkıyı seviyorsun biliyorum ,huzur veriyor sana . Ama şarkının sözlerinde dediği gibi ay ışığında beni görmediğin kesin .
Odanın ışığı kapanıyor bir anda ve dakikalar sonunda elinde bir kitapla bahçeye çıkıyorsun. Ben de gelsem yanına ,tesadüfen karşılaşmış gibi yapsak ,sonra bana nasıl olduğumu sorsan .. Hayır hayır asla olmayacak bu . Elime masanın üstünde duran çizim defterimi alarak ve telefonuma takılı duran kulaklığımla birlikte çıkıyorum odamdan. Aklıma gelen düşünce ile geri dönüyorum odama ve peçeteye birkaç kek koyuyorum . Cebime atıp tekrar çıkıyorum odadan , babam televizyondan gündemi takip ederken annem elindeki örgü ile uğraşıyor. Sesleniyorum onlara doğru . 'Ben bahçeye çıkıyorum . '
Bahçeye çıktığımda ilerdeki ağacın altında oturduğunu fark ediyorum , tam karşına oturuyorum ve defterden herhangi bir sayfa ve 'Ay ışığında' şarkısını açıp seni çiziyorum . Kağıt o an dile gelse , şu sözler çıkabilirdi. "Bu kızın kalbini hissediyorum şuan, bu kalem tutan el aşkla dokunuyor bana. Seni düşünüyor ve bir aşk resim olsa bu kadar güzel olurdu . "
Dakikalar geçiyor belki de ve başımı kaldırıp bakıyorum sana ama göremiyorum. Yoksun ,sağa sola bakınıyorum yine yoksun . Hiç bir zaman olmadın ki şimdi olasın. Şarkının "Olmasa hasret, sürsün sevgi ay ışığında." dediği yerdeyim ,kağıda bakıyorum ve kalemi birkaç defa gezdiriyorum . Bittikten sonra bir tebessüm beliriyor dudaklarımda ve hayranlıkla bakıyorum. Resmin bile kalbimde kelebekler uçurup , sonbaharın ardından ilkbaharı yaşatıyor.
O an bir el dokunuyor omzuma ,aniden dönüyorum arkamı ve sen ... Karşımdasın işte , sen yanımdasın. Kokun geliyor burnuma , bu bahçenin kokusuyla birleşiyor ve yaz akşamlarında meyhane sofralarında çalan eski bir şarkı gibi hissettiriyor. Sonra sesini duyuyorum kalın ve tok . O biçimli dudaklarının arasından her kelime sakin ve olağanüstü bir şekilde çıkıyor. " Demek resim yeteneğin de var , bir şey daha eklendi senin hakkında öğrendiklerimin arasına. " Şaşırıyorum ama belli etmeden ve sana çabucak cevap vermek adına konuşuyorum. "Başka ne biliyorsun ki ,ismimin Eylül olması dışında. " Gülüyorsun bir tebessüm dolduruyor dudaklarını ama bu sefer ilkbahar olmuyor ,uğramıyor ağaç dallarına, sonbahar vuruyor ve turuncumsu gibi kırmızı olan yapraklar düşüyor başımıza, belki de benim yüreğime. "Biliyorum Eylül . Senelerdir aynı bahçeyi paylaştığımız herhangi birisin . Yeni yeni tanıyorum seni . " Başımı sallıyorum ve defteri kapatıp ayaklanıyorum . Elimdeki peçete de duran keki uzatıyorum. "Yemek ister misin ? Havuçlu ve tarçınlı . Sen seversin , nereden biliyorsun diye sorma . Mutfaktan biliyorum ne de olsa senelerdir aynı bahçeyi paylaşıyoruz."
Ve ilerliyorum bahçede, gözlerim doluyor ,yüreğime akıyor, gözümden damlayamayan yaşlar. Annemin , 'Eylül sen misin ?' sorularını es geçerek odama girip kapıyı kapatıyorum ve yere atıyorum kendimi ama ağlayamıyorum . Düşmüyor gözümden yaşlar , seni sevmeyi istemiyorum. Seni bu kadar çok severken sevmek istemiyorum. Her daim aklımdan çıkmayan ismin yankılanıyor kulaklarımda. Ve yeniden sessizliğimin arasında odama yaklaşan adım seslerini duyuyorum. Yerimde doğrulup yatağımı açıyormuş hissi veriyorum, annem giriyor içeri. "Eylül yarın yoğun bir gün olacak uyu artık kızım. " Kaşlarım çatılıyor soruyorum cevabını merak ettiğim soruyu . "Ne var ki yarın ? " "Nasıl ne var kızım ? Yarın doğum günün . Ahsen Hanım'dan rica ettim ,bahçede yapacağız doğum gününü. " Başımı sallıyorum sadece ve yalnız kalıyorum odamda. Nasıl derim anneme ,anne ben doğum günümü önemsemiyorum, ben yaşamıyorum ki . Bir garip serçeyim ve akşam olunca uyutmayan , içimdeki yangını körükleyen bir sevda var başımda.
Ve size başta dediğimi unutun Esma ile benzerliğimiz çok. Demir'e karşılıksız bir aşk besleyen, ağaç tepelerinden odasını izleyen biriyken o , ben ise karşılıksız aşk beslemenin dışında ona duyduğum sevgim ve ona olan muhtaçlığım öldürüyor beni . Beni tanımıyor bile , ama buna şükrediyorum yine de . Esma hiç fark edilmiyor . Demir varlığını bile bilmiyor onun. Sen en azından tanıyorsun beni , sadece ismimi bilmiş olsan bile ,güzel bir duygu . Sisler çöküyor odama ,senin odanda ve kalbinde çiçekler açıyor benim odama yağmurlar yağıyor . Beni ıslatan yağmurlar seni ıslatmayan gökkuşağı açtıran havalar var başımızda. Son kez bakıyorum odana ,karanlık karşılıyor gözlerimi ve bende katılıyorum bu karanlığa pardon şöyle demeliydim . Bende giriyorum hiç çıkamadığım karanlığa. Ve bir serçe daha ölüyor yüreğimde, akrep yelkovanı kovalıyor ama ihanet etmiyorlar birbirine , ay ve güneş dönüyorlar etraflarında kesmiyorlar ışığını ama sen çoktandır ki uzaksın bana , o yüzdendir ki bu gece yarısında beni karşılayan bal kabaktan araba , güzel ayakkabılar ve peşimden koşan bir prens yok ve olmayacak . Ben de gözlerimi kapatıyorum, bilinmeyen deryalara atıyorum kendimi ve bu gecede ruhumu teslim ediyorum göğe. Ruhumu nasıl karşıladılar orası meçhul , tabi bu arada yarın hangi elbiseyi giyeceğim de kafamı karıştıran bir gerçek . Şimdi diyeceksiniz ki , hani sen doğum günlerini önemsemiyordun . Evet önemsemiyorum ama sevgimi önemsiyorum ve ona güzel gözükmek isteme gerçeğini değiştirmiyor. Keşke beyaz bir elbisem olsaydı diyorum , üstünde bahar çiçekleri olan bir elbise. Gözlerimi açıyorum son kez ve odama giren ay ışığına bakıyorum.
İçimden bir ses şöyle diyor , artık uyumalısın Eylül yoksa ismin gibi kuruyup kalacak ve sonbahar mevsimini yaşayacaksın .