4. BÖLÜM

318 36 14
                                    


Oylamak, yorumlamak unutulmasın... Beğeneceğiniz bir bölüm olsun.


Spotify hesabım: faylinn

Bu kitab için hazırladığım playlistin ismi: TPİ



4. BÖLÜM


Kanlı Paradoks


Control, Plaza


Derya Hoca'nın odasına vardığımda, kapı benim girmem için açık bırakılmıştı.

Derya Hoca masasında oturmuş elindeki evraklarla ilgileniyordu. Açık bırakılan kapı da iki dakika önce omzuma dokunup odasına gelmemi söylemesi de; yine de kapıya vurup girmek için izin almama engel değildi.

Gözlerini bana diktiğinde açıkça onu rahatsız eden bir şeyler vardı. Rahatsız olabileceği bu kadar şey yaşanmışken olmaması garip kaçardı zaten ama yine de ondaki rahatsızlık farklıydı. Yüzünde perde perde beliren hayal kırıklığı diğer öğretmendekiler gibi değildi.

Eliyle masasının önündeki deri koltukları işaret etti. "Otur, Siya."

Siyara yerine Siya'yı kullanması bile az önceki düşüncelerimi haklı çıkarır nitelikteydi. Eğer gerçekten sinirlenseydi ve beni buraya müdürün sabah yaptığı gibi azarlamaya veya ders vermeye çağırsaydı Siyara derdi, Siya değil.

Daha fazla beklemeden işaret ettiği koltuklardan bir tanesine yavaşça yerleştim. Nefes alıp verirken bile diken üstündeydim. Ne sabah müdürün odasında ne de az önce bütün disiplin kurulunun önünde şu anki gibi gerilmemiştim. Çünkü onları koyduğum yerle Derya Hoca'yı koyduğum yerin arasında dağlar vardı.

Onların vereceği öğütler de nasihatler de bir kulağımdan girer diğerinden çıkardı çünkü bana kendini kanıtlayamamış hiçbir kişiden ders almamam gerektiğini uzun zaman önce
öğrenmiştim. Derya Hoca'nın ise ketum okul müdürüne karşı ve Saint-José'nin değiştirilmeye çalışılan tarihinin önünde nasıl bir direniş sergilediğini görebiliyordum. Her ne kadar boşa olduğunu herkes gibi o da bilse de.

Büyük balık küçük balığı ya yutar ya da kölesi ederdi. Bu böyleydi. Hepimiz bu okulun bir yüz yıl daha sonra Paradis adıyla tanınacağının farkındaydık; asıl isim olan Saint-José tarihe gömülecekti. Şu anda bizim bildiğimiz tarih ve hikayeler Kavaslı holding yüzünden yok olacaktı. Ama önemli olan ne olacağı değildi. Akıntıya karşı dahi kulaç atsan en azından o kulacı atabilecek cesaretin olduğunu gösterebilmekti. Tamam, attığın her bir kulaç seni üç kulaç geri götürüyor olabilirdi ama boğulacaksa dahi yorgun, çabalamış bir bedenle boğulacaktı insan. Hiç kimseye de değil kendine kanıtlamış olacaktı kendini. Bu bile yeterliydi.

Ellerimi okul eteğinin açıkta bıraktığı çıplak bacaklarımın arasına yerleştirdim ve dudaklarımı ıslattım, gözlerim ise ellerimden ayrılmıyordu.

"Sizi atamayacağını o da farkındaydı ama uzaklaştırmayı ciddi ciddi düşünüyordu," dedi sakin bir sesle. O, diyordu; müdürünüz değil. Benim yanımdayken diğer öğrencilerde yaptığı gibi filtreli bir ağızla konuşması gerekmiyordu. Çünkü bana güveniyordu. Ve belki de ben, anlık bir öfkeyle bu güvene darbe vurmuştum; duvarlarını çatlatmıştım. Anlık bir öfke yüzünden... Onun yüzünden.

Bağırıp, çağırsa; bu anlayışlı tavırlarının hissettirdiği kadar kötü hissetmezdim muhtemelen.

Başımı anladığımı belirtircesine salladım.

TUVALDEKİ PARMAK İZLERİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin