Medya: Kusursuz Minho《♡》
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Minho ile lunaparktan çıkmış eve doğru geliyorduk. Aramızda nedeni bilinmez bir sessizlik vardı. İkimizde birina karşı ilk defa bu tür duygular beslediğimiz için ne diyeceğimizi bilemiyorduk.
Sonunda eve vardığımızda ikimizde odama geçtik. Minho her zamanki gibi yine mangalarıma bakmaya başlamıştı. Sonra eline bir manga aldı ve yatağımın yanındaki koltuğa bağdaş kurarak oturdu. Bende elime telefonumu alıp instagramda dolanmaya başladım.
Gece saat on ikiye gelirken benim yavaştan uykum gelmeye başlamıştı. Minho'ya baktığımda manganın 5.cildini okuduğunu gördüm. "İyi geceler Minho, ben yatıyorum"
"Sanada iyi geceler"
Zaten battaniyenin içinde olduğumda sadece arkamı dönüp battaniyeyi biraz daha üzerime çekip gözlerimi kapattım.
Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Gözlerim etrafta Minho'yu ararken onu yanımda uyurken buldum. Her zamanki gibi yine çok sevimliydi. Ona karşı hissettiğim duyguları onun da bana karşı hissetmesi kadar mükemmek çok az şey vardı. Birileri tarafından reddedildiğimden ve genellikle platonik takılmamdan bu yana bunun olması şaşırtıcıydı.
Ben onu izlerken Minho kıpırdanmaya başladı. Onu gördüğüm gibi gözümü geri kapattım ve acaba ne diyecek diye düşünmeye başladım.
Yanımda oluşan birkaç kıpırtıdan sonra sanırım bana döndü."Jisung"
"Jisung" dedi tekrardan ama söyleyiş
tarzı sanki beni uyandırmak için değilde sadece adımın güzelliği içindi."Adın da senin kadar hoş"
Ne diyeceğimi bilemeyip biraz bekledim. Daha sonradan kıpırdanıp gözlerimi açmayı düşünüyordum.
"Keşke seninke sonsuza kadar birlikte olabilsem ya da en azından sadece birkaç gün daha"
Dedi ve devam etti.
"Seni özleyeceğim, Jisung."
Neden hep böyle şeylerden bahsediyordu anlamıyordum. Bir yere mi gitmesi gerekiyordu? Öyleyse bana neden söylemiyordu?
Yerimde kıpırdanmaya başladım. Sanki yeni uyanıyormuşum gibi gözlerimi yavaş yavaş açıp kıstım. Yanımdakine doğru döndüm.
"Günaydın"
"Sana da günaydın"
"Jisung, bir şey isteyeceğim"
"Efendim"
"Bugün piknik yapmaya gidelim. Hem sen de çok istiyordun."
"Piknik mi? Hemen mi?"
"Evet hemen. Hatta belki kahvaltı yaparız"
Bir yere gitmesi gerekip gerekmediğini şuan öğrenmem gerekiyordu.
"Minho, bir yere mi gideceksin?"
Yüzüme çok hafif -hatta anlaşılmayacak - bir şekilde gözlerini büyütüp baktı.
"Neden sordun ki?"
"Bilmem. Her şeyi bir, iki güne sıkıştırmaya çalışıyorsun. Sanki günlerimiz kalmamış gibi. Bir sorun mu var?"
Yüzüme çok kısa bir süre baktı. Konuşmasını bekledim.
"Hayır" dedi düz bir sesle.
Minho'nun bana yalan söyleyeceğine inanmadığım için,yalan söylediğini düşünsem bile, inandım ona.
"Tamam o zaman gidelim."
Kafasını salladı ve yataktan çıkıp aşağıya indi. Bu giyinmem gerektiği anlamına geliyordu.
Hızlıca yataktan kalktım. Kalktığım gibi bir titreme tuttu. Oyalanmadan gidip üzerime beyaz klasik bir üst ve siyah çok cepli bir pantolon giydim. Telefonumu da yanıma alarak aşağıya indim.
Minho mutfakta bir şeyler hazırlıyordu. Normalde yapmasına izin vermezdim ama annemler yine erken çıktıkları için bir şey demedim.
Bana arkası dönük, tezgahta sandiviç hazırlıyordu. Gidip arkasından bir andan sarıldım. Neden bilmiyorum. Sadece içimden geldi. Ona yine dokunamadım. Yine hissedemedim onu. Ama sarıldığımı bilmesi, ona da bana da yetiyordu.
Bir anda korktuğunu belirten sıçramasıyla kafasını bana döndürdü.
İkimizde gözlerimizin tam içine bakıyorduk. Gözleri... O kadar güzeldi ki her yanıyla. Sabahki o dağınık, sarı saçlarının uçları hafifçe gözlerine giriyordu. O mükemmel kahve gözleriyle bana bakıyordu. Nasıl gözüktüğümü merak ettim ilk defa. Eminim karşıdan bakılınca dünyanın en güzel tablosuna şaşkınlık ve mutlulukla bakıyormuşum gibi gözüküyordur.Ben hala onun kusursuz yüzüne izlerken onun bakışları dudaklarıma kaydı. Bende gözlerime dolgun pembe dudaklarına kaydırdım. Aramızda zaten beş santimetre olan yüzlerimizi daha da yaklaştırdı. Hala dudaklarıma bakarken, dudaklarını araladı. Dediği şeyle birden utanmaya başladım.
"Hadi hazırlanalım. Geç kalıcaz"
Ben aslında bunu diyeceğini düşünmemiştim. Ben şey olacak sanmıştım.
"Tamam."
Zaten hiçbir zaman belinde olmayan ellerimi belinden çektim. Bana arkasını dönüp tezgahla ilgilenmeye başladı. Bende yanına gittim ve bir şeyler hazırlamaya başladık.
Her şey hazır olduğunda örtüyü ve sepeti alıp evden çıktık. Nereye gideceğimizi bilmiyordum, yeri Minho seçmişti. Yaklaşık yirmi dakika sonra artık yorulunca Minho'ya döndüm.
"Bu kadar uzaksa neden yürüyerek gidiyoruz ki?"
Konuşmadı. Sustu. Aynı benim hep yaptığım gibi. Biraz daha yürüdükten sonra yolumuzun sol tarafında ormanlık bir alan vardı. Sanırım burada piknik falan yapabiliyorduk. Etrafta birkaç aile de vardı.
"Bu taraftan gidelim diğer taraf çok kalabalık" dedi.
Aslında kalabalık değildi. Sadece iki ya da üç aile vardı ama önemsemedim. Peşinden yürüdüm. Ormanın diğer tarafına doğru gittik. Minho bir yer seçince, oraya örtüyü serdik ve oturduk. İlk başta sadece birbirimize baktık. Öylesine. Ama bu bakışlar öylesine değildi. Altında çok derin anlamlar taşıyordu.
"Ne yapmak istersin?"
"Her şeyi yapabiliriz ya da hiçbir şey. Seninle olduğum sürece ne yaptığımız pek umrumda değil açıkçası."
Bunu dedikten sonra bana sanki Tanrının lütfuymuşum gibi baktı.
"Jisung"
"Efendim"
"Çıksana artık benimle"
Ona baktım ciddi mi yoksa sadece dalga mı geçiyor diye. Yüzünde dalga gaçiyormuş gibi bir ifade yoktu. Ne demeliydim ki? Bana resmen çıkma teklifi etmişi çocuk. Dizilerde falan hep görürdüm ama ilk defa reddedilmemiştim. İlk defa biri beni sevmişti. Bunun için kelimeleri düzgün seçmek için kendi içimde bir çabaya girdim.
O sırada hala beni bekleyen Minho, artık üzgün gözlerle bakmaya başlamıştı bana. Yine yanlış anlaşılmıştım. Kelimeleri falan boşverip aklıma ilk ne geldiyse onu söyledim.
"Nerden, kapıdan mı?"
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
🄶🄷🄾🅂🅃 / MINSUNG/ ✔︎
FanfictionOkulda bir illüzyon gösterisi düzenlenir, ilk gösteri insan kaybetmektir. Bu gösteri için yüzlerce kişi arasından Han Jisung seçilir. Jisung sahneye çağırılır ve kutuya girer. Kutuya girer girmez bir yere düşer, burası okulun gizli odasıdır. Jisung...