12 Haziran 2018 - 17.34
659. günün öğleden sonra saatlerinde, güneş yavaştan alçalırken, eskimiş piyanomun başında oturuyordum. Bundan önceki 659 gün boyunca da yaptığım gibi.
Parmaklarımı yavaşça yıpranmış tuşlarından çekip daha önce piyanonun üzerine bıraktığım hafif ezilmiş sigara kutusuna uzandığımda Jihwa gitarının tellerine vurup bozuk bir ritim tutturarak dikkatimi çektiğinde yüzünde yine o onaylamaz ifadesi vardı. Bundan önce 434 gün de olduğu gibi.
Çantasından çıkardığı lolipopu uzattığında gülümseyerek aldım elinden. "Bunu hak etmiyorum." lolipopu ağzıma almadan önce söylemiştim bunu. "Ne var biliyor musun Yoongi, bence de bunu hak etmiyorsun."
Şaşırmamıştım. Pislik herifin tekiydim ve yeryüzündeki hiçbir iyiliği hak etmiyordum. Neden yaşadığım bile belli değildi. Hak etmiyordum. Dalgın bir şekilde elimde yakıp söndürerek oynadığım beyaz renkli çakmağı elimden hırsla aldığında bakakalmıştım. Onun benim için ne anlama geldiğini gayet iyi biliyordu.
Beste yaptığı defterin üzerinde kapağı açık bir şekilde duran kalemi aldı ve üzerine bozuk el yazısıyla y.k. yazdı. Hayır. "Hayır." Başımı salladım iki yana ve hiç oralı olmadı. "Evet."
Piyanonun kürsüsünden kalktım ve eskimiş koltuğa attım kendimi. "Hayır, hayır. Sen bilmiyorsun." Jihwa iç çekti. Bu meseleyi açmamalıydı. 659 gün önce o ölmüştü. Onu ben öldürmüştüm. "Asıl sen hiçbir şey bilmiyorsun Yoongi. Nereye kadar böyle yaşayacaksın?"
"Git Jihwa." sinirlenmişti. Biliyordum. İlk değildi. Hızla gitar çantasını alarak dairemden çıkarken kapıyı hızla çarpmıştı. Bana olan öfkesinin pasif agresif dışavurumuydu, biliyordum. Bundan önce de defalarca kez kavgalarımızda aynen bu şekilde gitmişti. Jungkook gibi.
434 gün önce, 28 Eylül 2017 - 21.47
Jungkook ile kavga edişimizin ve onun bana olan öfkesiyle evden çıkıp da araba çarpmasının üzerinden 225 gün geçmişti. Yaşamıyordum. Berbat bir haldeydim. Nehrin kenarında oturup devamlı olarak kendimi o suya bırakacağım gün bugün mü diye kendimle iç savaş veriyor ve sonrasında da o günün bugün olmadığına karar verip her tarafına Jungkook sinmiş olan evimize gidiyordum. Her yer hala onun en son bıraktığı haldeydi. Darmadağınık. Benim gibi. Hayatlarımız gibi.
Elimdeki bitmiş bira kutusunu yanımda duran poşete tıkıştırdıktan sonra yeni kutuyu açacakken bir el beni durdurdu. Sağıma dönüp baktığımda daha önce hiç tanımadığım bir kız elimdeki bira kutusunu almış ve yere bırakmıştı. "Saatlerdir seni izliyorum, kendini mi öldürmeye çalışıyorsun?" histerik bir tebessüm yerleşti yüzüme. "O kadar mı belli oluyor?" alkolün etkisiyle gelişigüzel çıkan kelimelerim onun iç çekmesine sebep olmuştu. "Koskoca nehir karşında dururken sen neden kendini alkolde boğmaya çalışıyorsun?" omuz silktim. Gözlerim dolmuştu. Jungkook. Jungkook'um. Ağlamaya başladım.
Henüz bana ve hikayeme yabancı olan bu yabancı kız aniden ağlamaya başlamama şaşırsa da çabuk toparlamış ve elini sırtıma yerleştirmişti. "Anlat bana Yoongi." o gün dakikalarca o yabancı kızın kollarında ağlarken adımı nereden bildiğini sormak aklıma bile gelmemiş, daha doğrusu bu ayrıntıyı fark etmemiştim bile.
"Çok özledim." kaç kez tekrarladığımı bilemeden söylediğim tek şey buydu. Çok özlemiştim. Saçlarımda hissettiğim ince parmaklar dağılmış, belki de biraz kirlenmiş saçlarım arasında şefkatle dolanırken tek yaptığım Jungkook'u daha fazla özlemekti. Çok acı çekiyordum. Ölesiye acıyordu canım. Her dakika mahvoluyordum. Zaman bir tek benim aleyhime işliyor ve ben her geçen gün daha da ölüyordum.
"Anlat bana Yoongi. Hikayeni anlat. Elini tutmama izin ver." Sesli hıçkırıklarım sessiz iç çekişlere döndüğünde yabancı kız tekrarlamıştı. "Benim hikayemde çokça can kırıkları var." Gözlerimden akan son damlayı sildiğinde gülümsedi. "Can kırıklıkları varsa o hikaye dinlemeye değerdir. Anlat bana."
Gece yarısı o yabancıya neden güvendiğimi bilmiyordum. Bir daha asla yapabilirmişim gibi gelmiyordu. Hikayemi anlatmak. Tekrar o anları gözümün önüne getirmek benim gibi güçsüz bir adam için fazlasıyla zordu. Birkaç saniye içerisinde zaten yaşananların gözümün önünden bir an olsun bile hiç gitmediğini fark etmiştim. Korkup kaçtığım şey hikayemiz değil kelimelerin ağırlığı, konuşurken boğazımı yırtıp geçen dikenlerdi. Bunu o an fark etmiştim.
"Sevgilimi kaybettim. Hayat arkadaşımı, can kurtarıcımı, nefes almamın tek sebebini, yaşama tutunmamı sağlayan tek güzel şeyimi kaybettim. Onu son görüşümde ağlattım. Canını çok yaktım. Çok üzdüm. Sarılmadım ona, izin de vermedim. Sarılsaydı, eğer izin verseydim ona o yaşıyor olacaktı."
Hikayemin üzerinden tekrar geçtiğimde ve anılarımı tazelediğimde nehrin suları beni kendine bugün daha bir başka çağırmaya başlamıştı. O gün bugün gibiydi. Suyun sesi bana 'gel' diyordu. "Ben yaşamayı hak etmiyorum."
Ayağa kalkacakken bileğimi kavrayan el bana engel olmuştu. "Bana hikayeni anlat Yoongi. Henüz bitirmedin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
strawberries and cigarettes | yoonkook
Fanfictionyaz akşamları küçük balkonumuzda oturur, o sigarasını içerken ben de çileklerimi yerdim. yıldızlar şahitlik ederdi güzelliğimize. belki de onlar da yakıyorlardı bir sigara, bizim kadar güzel olamadıkları için. bir yaz gecesinde hava hafiften puslu...