0 . 1

851 70 10
                                    


너의 말, 처음 내게 지은 네 표정
아마 내가 널 몰랐던 것 같아

𓆤 —

flashback

"bizimle oynayamazsın!" çatık kaşlarla karşısında, onlarla oyun oynama teklifini reddeden çocuğa bakıyordu, küçük. dışlanmak, yaşamak istenilen belki de en son şey olurdu. koca bir grubun önünde bile yapayalnız hissediyordu, neden diye geçirdi içinden. neden benimle oynamak istemiyorlar? kendini tutamadı, üste çıktı. sesini yükseltti ve hüzünlü bir hal ile sordu: "neden benimle oynamak istemiyorsunuz?" karşıdaki çocuklardan bazıları güldü, en önlerinde, onlara sözcülük eden çocuk sesini dışlanan küçükten de yükseltti. "kilolusun! o göbekle topun peşinden nasıl koşabilirsin?" gözleri doldu, kısık gözleri daha da kısıldı ve görüş alanı daha da daraldı. "ben kilolu değilim." küçük dudaklardan dökülen birkaç kelime bunlar olmuştu, çok canı yanmıştı.

çocuklar, yetişkinlerden daha da acımasız olabiliyordu. dobralardı, ölçüp tartmadan konuşuyorlardı, birbirlerini kırıyor ve daha sonrasında hiçbir şey olmamış gibi tekrardan oynuyorlardı beraber. ancak dışlanmak, istenmemek. kendinizi daha yedi yaşındayken bir yere ait hissedememek, ev dediğiniz bir arkadaşlığın olmaması... şanslıysanız böyle bir şeyi yaşamazsınız, ancak seonwoo şanslı değildi. yedi yaşına kadar kendine arkadaş bulmakta zorlanmıştı, etrafındaki çocuklar onu görünüşüne göre yargılamışlardı. daha birçok şeyi bilmeden akranlarından birinin dibe çöküşünü izlemiş, onu bu karanlık kuyuya itmişlerdi. küçük çocuğun ihtiyacı olan şey bir yardım eliydi. bağıramayacak, yardım çılığı atamayacak kadar bitkin düşmüştü oysa ki. nereden bilebilirlerdi, her gün annesine o gün dışarıda ne kadar eğlendiği yalanını atmanın, bazı günler ise bir köşede eğlenen diğer çocukları izlemenin... bunların ne kadar acı verdiğini nereden bilebilirdi? acının sözlük anlamını bilmeyen çocukların en derinden masum birisine bizzat bunu yaşatması, dünyayı daha da kötü bir yere getirmişti. bazen başını eğer, yere ulaşmayan, sallanan ayaklarını izlerdi. şimdiki kadar acıtmamıştı, anlamamıştı bile neden sevilmediğini. yüzüne söylenmesi, tepkisiz kalınması yakmıştı en çok onu.

tüm bu düşüncelerin ardında karşıdaki çocukların sözcüsünün kafasına bir top gelmişti. çocuklar, topun atıldığı tarafa döndüklerinde daha önce kimsenin tanımadığı bir beden duruyordu. görünüşüne bakılırsa onlarla yaşıttı, diğerlerinin aksine daha soğukkanlı durması dışında. topun geldiği çocuk sinirlendi, aniden topu atana doğru bağırdı: "delirdin mi? nasıl kafama top atabilirsin!" diğer çocuk hâlâ sakinliğini koruyordu, bir adım attı gruba doğru. "gidin buradan." bağırıp çağırmalarına rağmen kısa sürede bulundukları ortamdan uzaklaştılar. artık yabancı beden ve seonwoo baş başa kalmışlardı. yabancı çocuk yerde duran topu eline aldı ve ağlamaktan burnu kızarmış bedene doğru uzattı. "beraber oynayalım mı?" teklifi alan çocuk, gözyaşlarını elinin tersiyle sildi ve akıyor olan burnunu çekti. "neden benimle oynamak istiyorsun?" yabancı buna nasıl karşılık vereceğini bilemedi. o yüzden karşısındakinin bileği kavradı ve onu çekiştirmeye başladı. "hadi oynayalım!"

𓆤 —

çok fazla beklentiyle başladığım bu kitabın bölümlerini yazdıkça iyi bir iş çıkaracağımdan emin olamamaya başladım
umarım beğeneceğiniz bir hikaye yazmış olurum, iyi okumalar! 💘

cassette. | sunkiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin