⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Sabahın olabilecek en erken saatleri, paltomun kaba ağırlığı üzerimde birkaç adım atıyorum. Ellerim cebimde ve etrafta etkisini sürdüren rüzgâr, önü açık olan paltomun içindeki bedenimi üşütmekten çekinmiyor. Titriyorum. Paltom ve çevremde dolanan hava dahi bedenime ağırlık yapıyor gibi hissediyorum.
Saçlarım olabildiğince havalanmaya yeltenirken, gökyüzüne bakıyorum. Uyuyordun. Büyük bir ihtimalle şu an uyuyordun. O saf yüzün ve bedenin ile, bir gün öncesinden kalan yorgunluğun kalıntıları eşlik ederken, görebileceğin en güzel rüyaları görüyordun. Rüyalarının bir parçası olabilmeyi diliyordum ve, belki de öyleydim.
'Neden yeterli olamıyorum?'
Kısa bir süre önce vardığım yerimizde oturuyor ve, yalnızca bu soruyu yöneltiyordum kendime. Nefesimin fazlasıyla tükenebileceğini hissettiğim âna kadar, çokça kez yöneltiyordum. Bank fazlasıyla yıpranmış görünüyordu, bir gün öncesine kıyasla. Bize ait olanlardan başka nefeslerde veriliyor muydu burada? İğrenme duygusu tüm bedenimi sarıyor.Olabiliyor muydum? Senin için. Dudaklarından duymak isterdim, olabildiğimi. Fazlalık mıydım senin için? Bir tür sıradan insan? İstemsizce bir yaş süzülüyor sol gözümden. İstediğin kişi miydim? Seni mutlu ediyor muydum? Bedenimi öne atıyorum aniden. Gözlerim yere bakıyorken, bacaklarıma tutunan kollarım ile kafamı ellerimin arasına alıyorum. Saçlarımı çekiştiriyor ve daha fazla tutamadığım gözyaşlarımı ayaklarımın altındaki soluk çimene teslim ediyorum. Her biri yanıtını bildiğim sorular olsa dahi beni her daim bir çelişkiye düşürmeyi başarabiliyorlardı.
Bir kez daha düşünüyordum. Yeterli miydim senin için?
"Yeterlisin."
İrkiliyorum. Arkamda duyduğum ses ile bedenim hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde sesin geldiği yöne dönüyor. Sendin. Donghyuck, sendin. Her bir parçamı verebileceğim saf yüzün ve bedenin ile karşımdaydın. Gülümsüyordun. Fazlasıyla parlaktın ve bakışların, gözlerimden ayrılmıyordu.
Bana doğru yaklaşmaya başlıyorsun ve hâlâ etkisinde bulunduğum şaşkınlık bedenimi titretmeye devam ediyor. İstemsizce soruyu sesli bir şekilde sormuş olmalıydım kendime.
"Sabahın bu erken saatlerinde, burada öylesine ağlayabileceğini kim söyledi sana?" Banka oturduğun sırada yöneltmiştin soruyu. Ve o an anlıyordum ki, uzun bir süredir buradaydın. Fazlasıyla acınası bir şekilde ağlıyorken, beni tüm o hâlimle görmüştün.
Bir şeyleri her başarmaya çalıştığımda, daha da battığımı anlamam uzun sürmüyor. Gariptim. Sana layık değildim. Her şey renksizdi gözümde. Kurtulabilecek miydim bu düşüncelerimden, en kısa sürede?
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Bir palto hışırtısı beliriyor yanımda. Yüksek sesli bir palto hışırtısı. Gözlerimi o yöne çevirmeye çalışıyorken kolların yavaşça boynumu sarıyor. Nefesini kulağımın etrafında hissediyor ve hışırtı sesinin sana ait olduğunu anlıyorum. Bedenin bana yaklaşıyor."Benim için yeterlisin, yetmez mi?" diyor ve daha çok sarılıyorsun bana. Bedenimdeki ağırlığın yok olduğunu hissediyor ve kollarımı sarıyorum bedenine.
"Donghyuck..." diyorum. O güzel ismin beliriyor dudaklarımda. "Hım?" diyorsun. Yelteniyorum, bir şey söylemeye yelteniyorum. Fakat çok geçmeden vazgeçiyor ve kendimi sana bırakıyorum. Sarılıyoruz oracıkta bir süreliğine.
⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀
Uyuyor olman gerektiği saatte burada ne işin olduğunu soruyorum sana bir süre sonra. Verdiğin yanıt beni ürkütüyor. Rüyalarına çokça kez girdiğimi ve, daha fazla uyuyamayınca hazırlanıp, dinlenmek ve düşünmek üzere bizim yerimize gelmeyi istediğini söylüyorsun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
güneş yüzlü çocuk, markhyuck
Fanfictiondonghyuck, insanlardan uzak, kendi yalnızlığıyla çevrilmiş alanlarda bir şeyler karalamayı çokça severdi. mark ise onun soyutlaşmış hayal gücüne istemsizce katılan sıradan bir insandan ibaretti. © rosauvl all rights reserved [#1 markchan]