2. Bölüm

195 32 21
                                    

Kabarmış kıvırcık saçlarım kadar karışıktı kafam. İlkbahar giderken kendiyle birlikte yağmurları da götürmüştü. Şimdi bir yağmur yağsaydı, tüm düşüncelerimi ben altında ıslanırken yıkasaydı. Arınıp bu kirli çamurdan, yeniden berrak bir zihne sahip olsaydım. Yağmur sel olsa, fırtına çıksa ancak sönerdi kafamdaki yangınlar. Sırtıma yüklenmiş yüklerden çıkan kamburum dünyanın kaldırabileceği bir ağırlık mıydı? Akan sular, doğan güneş, parlayan yıldızlar, çığıran kuşlar, neler demek isterdi,var mıydı söyleyecekleri bana? Dünya da yorgundu benim kadar. Ben de sonumun geldiğini hissediyordum dünya gibi. Kayan bir yıldız, batan bir güneş, çölleşmiş göller kadar kaldı dayanıklılığım...

Kahverengisi açılmış, demiri küflenmiş eski bankta oturuyorduk. Sahil kenarında oluşumuzdan kaynaklanan tuzlu deniz havası, zihnimi açıyordu. Saat ikindiye yaklaşıyordu. Ben anlatmıştım, o dinlemişti saatlerce. Artık kalkmamız gerek dediğimde üzülmüştü. Anlamıştı o da denizin farklılığını, en azından ben öyle düşünmüştüm. Biz kalkarken martılar uçtular ve çığlıkla şarkılarını söylediler. Arkamızda bıraktığımız martılara bakarken Efe'nin sesiyle kendime geldim.

" Kaç yaşından beri geliyorsun bu şekilde denize? Çok fazla bağlı olduğunu hissediyorum çünkü."

" Ben sevdiğim her şeye fazla bağlanırım ve kolay kolay kopamam. Hatırladığım en eski günler çocukluğum. Şu anda da çok fazla büyük sayılmam ama ben öyle çok fazla arkadaşa sahip olmadım hiçbir zaman, çevremde birkaç kişi dışında doğru düzgün kimse bulamadım arkadaş olabilecek ve kendimi bildim bileli ne zaman üzülsem, ne zaman mutlu olsam, ne zaman heyecanlansam ve ne zaman içimde bir şeyler fazla birikse hep denize geldim. Ben anlattım o dinledi. Uçan martılar, oynayan çocuklar, çiftlerin kahkahaları sesime ses oldu. Bazen beni susturdular, onları dinledim. Kendi kafam da biraz dinledi tabii. O yüzden en büyük hazinem bu, ben ne bulduysam denizden buldum, ne olduysam denizle oldum... Deniz beni aldı, hamurumu yoğurdu,beni temiz sularıyla kardı ve karşına koydu."

" Tanıdığım çoğu insana benzemiyorsun. Bu bana garip geliyor çünkü hiçbir insanı birkaç gündür tanımama rağmen böyle hissetmemiştim."

" Nasıl hissettin ki?"

" Şey... Yani herkes gibi düz düşünmüyorsun, düz görmüyorsun dünyayı. En azından denize bu kadar bağlanan kimseyi görmemiştim." Yüzünde sabit bir gülümseme belirdi.

Hafifçe tebessüm ettim bu söylediklerine. En azından Kaan gibi ' edebiyat yapma kızım, yeter be' demiyordu.

Bunu düşünmek daha da gülümsememe neden oldu. Efe bana anlamazmış gibi baktı. Aklıma gelen fikirle kolundan tutup onu sürüklemeye başladım.

" Dur, nereye gidiyoruz?"

" Kaan'la tanışmanın vakti geldi."

" Peki Kaan kim ve bunun için niye bu kadar acele ediyoruz Aylin?"

Durup düşündüm. Anlık gelmişti bu hızlıca gidiverme fikri. Özlemiştim Kaan'ı, hem de çok. Ama bu Efe'nin söylediğini mantıksız yapmıyordu. Yavaş yavaş yürümeye başladım ben de birden. Efe ise nasıl bir insanla yan yana olduğunu sorguluyordu. Bu komik haline hafifçe tebessüm ettim. Geçtiğimiz top oynayan çocukların olduğu sımsıcak mahalle sokaklarından sonra eve vardık. Ben merdivenin basamaklarını bir bir çıkarken o arkamdan yorulmuş bir biçimde yavaş yavaş geliyordu. Son kata vardığımızda hızlıca kapıyı çaldım. Kapıyı açan Kaan'ı gördüğümde sıkı sıkı sarılıverdim. O da bana sarılırken kocaman kollarının arasında küçücük bir çocuk gibi kalmıştım adeta.

LİMON APARTMANIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin