Derler ki; kader ağını ördüyse çözmeye kimsenin gücü yetmez.
Ona hamile olduğumu söylemek ile söylememek arasındaki arafta sıkışıp kalmıştım. Söyleyince bana olan saplantısını güçlendirmekten korkuyordum, ki söylersem aynen öyle olacaktı. Bir bebeğin aramızdaki bağı yegane sürdüreceğini ikimiz de biliyorduk. Çocuk sorumluluk demekti, ebeveynlik, aile olmak demekti. Yapabilir miydim, iyi bir anne olabilir miydim ona? Aldırmak gibi bir düşünceyi aklımın ucundan dahi geçirmiyordum zaten. Kendi çocuğumu öldürecek hâlim yoktu. Aksi takdirde Yılmaz'dan bir farkım kalmazdı.
Keşke Yılmaz'a söylemek zorunda kalmadan ondan uzak bir yere gidip bebeği tek başıma büyütebilme imkânım olsaydı diye düşünmeden edemiyordum. 2 hafta önce, çalışma odasında namlu şakağıma dayandığında tek birşey için endişe etmiştim o an, karnımdaki can. Zaten onun için herşeyi göze alıp cesurca 'boşanmak istiyorum' diye diklenmiştim deli gibi korksam da. O gün orada tetiği çekseydi de ölseydim karnımdaki suçsuz, günahsız bebek de ölürdü. Kendimi zor tutmuştum. 'Yılmaz! Ben hamileyim' dememek için kendimi çok zor tutmuştum.
Yaşadıklarım yetmezmiş gibi hormonal dengesizlikler nedeniyle de sürekli ağlayasım vardı. Melankolik havadan bir türlü kurtulamıyordum. Yılmaz hafiften şişen karnımı kiloyla bağdaştırıyordu. Görüşmediğimiz o üç aylık süre zarfında biraz kilo almış, kalçalarım ve göğüslerim iyiden iyiye dolgunlaşmıştı. Bu durum oldukça hoşuna gidiyordu, bunu her fırsatta onlardan faydalanarak gösteriyordu.
Sayısız kez birlikte olmuş, canımın acıdığını farketse de devam etmişti Yılmaz. Bedenimi özellikle de kokumu özlediğini açıkça belli ediyordu. Göğüslerim öyle hassaslaşmıştı ki Yılmaz'ın ufak bir dokunuşuyla dahi delicesine sızlıyorlardı. Karnımın fazla çıkıntılı olmaması şükretmeme neden olan tek şeydi. Mide bulantıları ve kusmalarım isyan ettirecek düzeyde fazlalaşmışlardı. Bu Yılmaz'ın dikkatinden kaçmamıştı. Sürekli olarak bol kıyafet ve tişörtler giymem şüphelenmesine yol açmıştı. Dün gece birkaç gecedir yaptığım gibi kollarından çıkıp mutfağa giderek yemek yediğim zaman beni yakalamıştı. Bu görüntünün hoşuna gittiğini gösterecek şekilde gülümsese de gözlerinde merakı ve şüpheyi sezmiştim. Kafasında netleşmeyen, oturmayan şeyler vardı.
Öğleden sonraydı. Duş almış, yatak odasında, pencerenin yanındaki tekli koltukta oturmuş kitap okuyordum. Kapı tıklatılmış, Yılmaz'ın kapı tıklatma zahmetine girecek inceliğe sahip biri olmadığını bildiğimden Melis olduğunu düşünüp 'Gir' dedim kitabı kapayarak. Kapı pervazında önde Yılmaz, arkasında yalnızca elindeki kahverengi deri dikdörtgen çantasını görebildiğim biri belirmişti. Yılmaz gözlerini üzerimde gezdirip 'Müsait misin güzelim?' diye sorduğunda neden kapıyı çaldığını şimdi anlamıştım.
Yılmaz Sayman koruyuculuk ve sahiplenme konusunda çıtayı arşa çıkarmış bir adamdı. Yabancı adamın görüş açısını kapatmak adına aramızda bedeniyle koca bir dağ gibi dikilmişti. Üzerimdeki beyaz tişört ve yine beyaz kumaş pantolonu süzmüş gayet mütevazi olduklarını görmüş ancak o zaman ikna olmuştu. Kafamı sallayıp ayağa kalkınca kapıyı açıp adamın girmesine izin verdi. Benden birkaç yaş büyük olduğunu tahmin ettiğim adam yüzüme bakıp sıcakkanlı şekilde gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÜŞ KAPANI (+18)
Teen FictionAşk sanılan bir saplantı, takıntı. Bir kaçış ile bir yakalayışın kovalamacası. Su ile ateşin dansı. Siyah ile beyazın karmaşası...yaralı kırlangıç ile zehirli yılanın hikâyesi... **** 'Çünkü küller içinde güller açmaz' BY/ goddnessaphrodite Kitabın...