1.2

147 8 21
                                    

"Tanrı sizi cennetiyle yâd etsin."

Alec birkaç kez daha dualar etti, önünde yakılan bedenlere karşı. Bu kızgın kumların içine bedenleri gömemezlerdi, bir kum fırtınası üstlerini açar, ya da bedenlerinin üzerinde birkaç yanık daha oluşurdu sıcaktan. Onun yerine küllerinin çöle karışması daha mantıklı gelmişti diğerlerine. O ateşten yayılan dalga dalga sıcaktan uzak durmak için şehir dışına eşyaları da toplayıp çıkmışlardı. Sadece Alec bedenlerin tamamen yanmasını sağlamak için ateşi sürekli körüklüyordu. Oradaki kuru ağaç parçalarından ve kaktüslerin kabuklarından koyuyordu içine. Ölümlere çok alışık olsa da onu etkileyen sağ kalanların hüznüydü. Sanki o insanlar, onların her şeyiydi. Onların hayatından büyük bir parçaydı. Kendi çalıştığı ortamda bunu göremezdi çünkü ortada arkadaşlık ve aile olmazdı, ama bu insanlar birbirlerine çok sıkı bağlanmışlardı ve bir aile gibi davranıyorlardı.

Adımlarını şehir dışına çevirirken kendisine bırakılmış bir çuval erzağı sırtına yükledi ve yürümeye başladı. Yolun yarısında Chan onu karşılamış ve çuvalı kendi sırtına yüklemişti.

"Yüzüne duman bulaşmış Alec. Yorgun görünüyorsun."

Chan'ın kendisinden katbekat fazla yorgun olduğunu biliyordu Alec. Burada lider rolünü üstlenip aslında ailenin babası gibi davranan kişi de oydu. Bu yüzden en çok o üzülmüştü, en çok o siper etmişti kendini diğerlerine, en çok o teselli etmişti diğerlerini. Ama kendini düşünmeye, kendi içinde üzülmeye, birkaç saat ağlayarak içini dökmeye vakti olmamıştı. Kendisini göremezdi artık, yanında koruması gereken her ne kadar insan olursa olsun koruyacaktı çünkü.

"Diğerleri sınırda mı?"

"Evet. Bizi bekliyorlar."

Güneş batmaya yaklaştığında bir kızılcık kaplamıştı esmer kumları. Tabanları delik olan ayakkabılarına kumaş bağlamışlardı ancak yetmiyordu kumdaki sıcaktan kaçabilmelerine. Bu yüzden akşam yürümeyi tercih ediyorlardı çoğu zaman. Tabii burda, sadece bir gün kalmışlardı büyük katliamın ardından, etrafı temizlemişlerdi ancak sırf o pislik Clètris'leri görmek istemediklerinden. Öyle ya, işleri yaparken ağlayan da çok olmuştu, yaratıkların cesetlerini tekmeleyip kurşun yağdıran olmuştu, ama çözüm değildi işte. Kaybolan canların acısını çıkarıyorlardı sadece. Berbat ötesi bir kavgadan sonra normal olarak karşılanabilirdi.

Artık o kadar da kalabalık olmayan grubun yanına ulaştıklarında sadece Felix Chan'ın yanına adımlayarak sırtındaki çuvalı indirmesini söylemişti. Onun ne kadar yorgun olduğunu biliyordu çünkü. Alec söylediğinde yapmamasına rağmen Felix söylediğinde yaptı. Nefesleri boğazına hızlıca dizilirken güneşin çok az bir kısmı kumların önünde onlara bir kızıllık sunuyordu. Hava yavaştan kararmaya başlamıştı bile. Bu nedenle diğerleri daha hızlı adımlarla yol almaya başlamışlardı. Hepsinin sırtında bir ya da iki çuval, Chan önde bitmiş bir şekilde yürüyordu. Her ne kadar çok suları olsa da yudum yudum dağıtılıyor, yemekler ise küçük porsiyonlara yeniliyordu. Bu en büyük kuraldı. Clètris dolu bir çölde başlarına ne geleceklerini bilemezlerdi. Her şeyi idareli kullanmak gerekiyordu. 

"Sanırım Yeji, çok hastalandı Chan." 

Felix'in baktığı tarafta gözlerini gezindirdikten sonra Chan bitmiş halde, adımları birbirine karışan Yeji'yi gördü. Kirli saçları önüne düşüyordu, ellerinde, kolları ve bacaklarında bir sürü yara vardı, muhtemelen çoğu iltihap kapmıştı çünkü kabuklar yeşil renge dönmüş gibi görünüyordu. Gözlerinin altı mosmordu ve oldukça yorgun görünüyordu. 

"Şehre kadar beklemeli. İnanıyorum ki orda ilaçlar da olmalı. Burdakilerin hepsini kullandık."

"Tamam Chris, dediğin gibi olsun."

Clèi |Chanlix [ara verildi] Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin