Jimin kafasına koymuştu. Bugün o katili bulacaktı. Bulmak zorundaydı, çünkü kralına kendisini kanıtlamak istiyordu. Bir şeyleri başarabileceğini, onun da bazı konularda iyi olduğunu bilsin istiyordu. Elindeki ilaçları suyun içine atıp koridoru kontrol etti. Kimse yoktu. Çıt çıkartmadan hepsini kafasına dikti bardağın. Vakit yaklaşmak üzereydi. Saraydan hızlıca ayrıldı. Halktan birisi gibi gözükmesi gerektiği için eski kıyafetlerini giymişti. Saçlarını ıslatmış, geriye doğru ittirmişti elleriyle. Rengi böyle daha koyu duruyordu. Her ihtimale karşı kafasına taktığı küçük, yüzünü az da olsa gizleyen hasır bir şapka vardı kafasında. Köy meydanına geldiğinde etrafa bakınıp saklanacak yer aradı. Bir manavın daimi müşterisi gibi önce oraya gidip birkaç tane mandalina aldı. Ardından her yerin ışıkları sönene kadar bekledi. Kocaman bir ağacın arkasına saklandı. Öyle büyük gövdesi vardı ki Jimin cidden fark edilemezdi.
Omega feromonlarını saklayacak bir ilacı mandalinasının içine koyup yutmaya çalıştı. Yüzü buruşmuştu bu iğrenç tat yüzünden.
Biraz bekledi. Saat gittikçe ilerlerken kararan hava gerildikçe gerilmesine sebep oluyordu. Hafif soğuk rüzgâr esip tenini yalarken üşümüş, titremesini durdurmaya çalışmıştı. Biraz da uykusu vardı, gözleri yorgunlukla titrerken yanaklarını şişirdi. Ayık kalması gerekiyordu. Aklından planını defalarca kez gözden geçirirken, bir bedeni kıyafetinin ense kısmından tutarak meydana sürükleyen uzun adam girmişti bakış açısına. Şok olmuş bir ifadeyle kendini saklamaya çalıştı. Dikkatlice baktı oraya, yüzünü görmeye çalıştı. Belindeki bıçağı çıkartıp elleri arasında sıkıca tutarken harekete geçmek için hazırlandı.
Ama hiçbir şey yapamadı. Çünkü katil ile göz göze gelmişti. Bu kişi... tanıdıktı. Çok tanıdıktı. Yüzü asla unutamayacağı o tek kişiye aitti. Çekik gözleri baygın bakıyor, bembeyaz teni ay ışığının altında parlıyordu. Harelerinin içinde alevler tutuşuyordu. Göz göze geldikleri anda kendisinin de yandığını hissetti. Hızlıca arkasını döndü. Sırtını ağaca yaslarken buraya doğru gelmemesini umdu çaresizce. Ne yapacağını bilmiyordu çünkü.
Adım sesleri kendisine doğru yaklaşırken eliyle ağzını kapattı. Bir yandan da bıçağı tutuyordu sıkıca. Sanki bir şey yapabilecekmiş gibi... İşareti sızladığı anda dişlerini dudaklarına geçirdi. Manavın ışıkları yandığında derin bir nefes aldı. Adım sesleri bu sefer ters yöne doğru hızlıca hareket etmeye başladığında Jimin yeniden ona baktı o tarafa dönüp. Bir başkasını gördü bu sefer.
Katilin tam karşısında duruyor, tir tir titriyordu. Onu gören bir diğer kişiydi. Şahitti. Jimin bu adamı kralına benzettiği için şahit olmasının onun işine yarayıp yaramayacağını bilmiyordu. Karışık hissetmişti.
Katil, yerdeki bir taşı alıp sertçe kafasına geçirdi kıpırdayamayan o bedenin. Ardından kafasını hafifçe sağa doğru çevirdi. Sırtı Jimin'e dönüktü, ama Jimin onun kendisine baktığını çok net anlamıştı. Yutkundu.
Katil gözden kaybolurken manavın sahibi Jimin'in yakalarına yapışıp bağırmaya başladı, "Bu kaçıncı ceset? Elindeki o bıçağı ne zaman temizledin? Söyle bana! Senin cezanı kendimiz vereceğiz. Krala kelleni ellerimizle götüreceğiz! Hain!"
"N-ne? Durun, yanlış anladınız. Ben-"
"Al şunun elindeki bıçağı!"
Adam birisine bağırdığında Jimin yalnız olmadıklarını anladı. Bir başka beden elindeki bıçağı alıp kenara atarken Jimin'in vücudunu ellemeye başlamıştı. Genç çocuk korkuyla konuştu, "Lütfen beni bırakın, yanlış anladınız..." bağıramıyordu, bağıramazdı. Çünkü birisi uyanıp onun kralın hizmetkârı olan Park Jimin olduğunu görürse Min Yoongi kendi elleriyle gebertirdi Jimin'i. Tek çaresi sessizce yaşanacakları kabul etmek ve sabah olmadan, kimsenin ruhu duymadan saraya dönmekti.
"Neyi yanlış anlamış olabilirim? Kendini saklamaya çalışan bir omega. Elinde bıçak. Kafasına taşla vurulup bayıltılmış bir adam ve öldürülmüş bir başka adam. Kim katil? Ben miyim?" Alayla gülüyordu meyve satan adam. Yanındaki kişi de sırıtırken Jimin'i eski bir evin içine doğru sürüklemeye başladılar. "Madem omegasın, önce görevini yerine getir. Belki cezanı azaltabiliriz. Ne kadar iyi olduğuna bağlı."
Jimin'in gözleri büyüdü, "Böyle bir şey olmayacak. Bırakın beni, size ben değilim diyorum!"
Meyve satan o yaşlı kişiye nazaran daha genç olan diğer adam Jimin'in ellerini arkasında bağladı. Bir yere oturtup ağzını da bağladıktan sonra gözlerini siyah bir bez ile kapatıp ayaklarını da sıkıca düğümlemişti kalın iple. Jimin canının korkusuyla ağlamaya başladığında her şey için çok geç olup olmadığını düşündü. Karanlık onun en büyük korkularından biriydi. Şimdi kimsesi yoktu. Onun ortadan kaybolması kralın işine gelirdi. Biliyordu ki, onu buradan kurtarmaya gelecek hiçkimse yoktu.
Yaşlı adam kapının önünde bekleyeceğini söylerken diğeri onu onaylamıştı. Camların, perdelerin ve kapıların kapanma sesi kulaklarını doldurduğunda korkuyla çırpındı çocuk. "Sessiz ol. Ağlaman gereken kısım bu değil." Elleri Jimin'in vücudunda gezinmeye başladı. Gömleğinin düğmelerini ağır ağır açmaya başladı. "Doğan gereği bunu yapmak zorundasın, biliyorsun. Zevk aldığın kısım birazdan gelecek. Sesini kes o yüzden. Yoksa pürüzsüz tenindeki morarıklar başka bir nedenden dolayı olur."
Cümlesi biter bitmez dudaklarını Jimin'in boynuna bastırmıştı. İğrenç dili boylu boyunca çizgiler çizerken göğüs uçlarına ulaşmıştı parmakları. Omuzları açıktaydı Jimin'in. Üşümüştü. Ağlıyordu. Ölmek istemişti.
Hıçkırıklara boğulmaya başladığında sertçe çarptı kapı. Omegasının oksijene muhtaç gibi çırpındığını gören kral kılıcını sertçe çekip Jimin'e dokunan kişinin boynunu kesti. Affı yoktu. Ona ait olana dokunan kimseye affı olmazdı. Seri adımlarla ipleri çözdü. Jimin'in gözlerini açtı. Baktığında içi acıdı. Jimin karşısında kralını görmenin şokunu yaşayamayacak kadar utanmış hissediyordu. Titreyen elleriyle az önce boynu kesilen adam yüzünden kana bulanmış gömleğini iliklemeye çalıştı. Tek kelime edemiyordu. Min Yoongi şu an sinirden deliriyordu çünkü.
Jimin'in göz yaşları inci taneleri gibi gözlerini doldurup damla damla yanaklarından akarken ona kızmak istemedi. Yutkundu. Yanındaki iki adama bir battaniye bulmalarını söyledi.
Yoongi, Jimin'in önünde diz çöktü. Elini uzattı. "Gel."
Kralını reddedemezdi. Elini tutmak için uzandı. Yapamadı. Bunun yerine kollarını sıkıca boynuna sardı. Daha sonra ceza alabilirdi, çok kötü azarlar işitebilirdi bu hareketi yüzünden ama yapabileceği tek ve son şey olsaydı bile bundan pişmanlık duymazdı. Ona sarıldığı anda evinde gibi hissetmişti çünkü. Yoongi tek kolunu Jimin'in beline sarıp ayağa kalktı. Onun açıkta kalan omzuna tüy gibi ufak bir öpücük kondurdu kimse görmeden. Saraydan getirdiği adamlardan birisi battaniyeyi Jimin'in üstüne örttü.
Kral Min, babası dışında ilk defa birinin önünde dizleri üzerine çökmüş; endişesini bu denli belli etmişti. Gökyüzünde parıldayan yıldızlar ve kurdu ise şahitlik etmişti Kral'ın korkusuna, şayet bu korku kaybetme korkusundan başka bir şey değildi.
Koskoca Kral Min Yoongi, hizmetkârını saraya gidene kadar kucağında taşımıştı o gece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ignotus peverell, myg&pjm
Fanfictionİkiz Kral lakabıyla bilinen ve tüm dünyayı korkutan Kral Min'in bu lakabı almasının bir nedeni vardır; "Efsaneye göre geceleri ikiz kardeşi suç işleyen insanları acımasızca katleder ve onları halkın görebileceği yerlere koyarmış. İnsanlar onun Ölüm...