-BÖLÜM 12-

37 5 8
                                    

Uçakta tam iki saat geçirmiştim. Uyandığımda gözlerimi zor açabildim. Öğlendi galiba. Herkesi taklit ederek emniyet kemerimi çözdüm. Ufak sırt çantamla bavulumu kucaklayıp çıkışa yöneldim. İner inmez yüzüme çarpan o koku... Aşıktım buranın havasına. Annem, buranın havası hasta insanı bile iyi eder, derdi.

Havaalanından eve on beş dakikalık bir mesafe vardı. Durağa gidip otobüse de binebilirdim, istersem yürüyedebilirdim. Böyle durumlarda babamı ve arabayı özlemiyor değildim. Neyse ki yürümeye karar verdim. Birkaç cadde aşsam yeterdi. Yolda gördüğüm manav, market, vb. bütün yerleri aklıma kazıyordum; ihtiyacım olacaktı.

Yolda şaşkın şaşkın ilerlerken ileriden birinin 'Eslem' diye bağırdığını duydum. Oğuzhan?! Omg! Benim bıcırık arkadaşım be. Yaklaşık iki dakika boyunca sarılı kaldık. İlk uzun sarılışımızdı çünkü Tuna bilmediğim bir sebeple onun bana yaklaşmasına izin vermezdi. Konuştuk on beş dakika kadar. Özlemiştim onu. En son yorgunluktan 'hadi sonra görüşürüz' deyip elimi kaldırdım. Yorgunken muhabbet devam etmiyordu. Yüz ifademle memnuniyet belirterek arkamı döndüm ve ufak adımlar atmaya başladım.

Oğuzhan'ı gördüğüme..ne bileyim şaşırmıştım. Onu görmeyi beklemiyordum açıkçası. Ufak çantamla kaldığım yerden devam ettim yola. Oğuzhan'ı arkamda bırakmıştım. Ve sanırım bir şey demesine de fırsat bırakmamıştım.

Yoldan kafle kafle turist grupları geçiyordu. Bir ara iki çocuğun yanıma yaklaştığını gördüm.
Benden biraz daha uzun iki sarışın çocuk. Biri diğerinden büyüktü. Sandığıma göre abi kardeş olmalıydılar. Büyük olanı tam sarışın değil de çok hafif kumralımsıydı. Zayıftı ve baklavaları yok denecek kadar yoktu. Benden birkaç yaş büyük gibi gösteriyordu. İkisi de yanıma geldiler. Büyük olduğuna inandığım çocuk pis pis sırıtarak elini uzattı. Yabancıların bu rahatlığına hayrandım doğrusu. Ve tekrar büyük olduğuna inandığım çocuk konuşmaya başladı:

"Sorry, I'm Zach. Why are you so beautiful?"
(Pardon, ben Zach. Neden bu kadar güzelsin?"

Saçma bir soruydu. Ve emindim ki bu soruyu buradaki her kıza söylemişti. Başımdan savmak için önce gülümsedim.

"Ooh, thanks. You are very cute. But I don't know the answer of question.
(Ah, teşekkür ederim. Çok naziksiniz. Ama sorunun cevabını bilmiyorum.)

Piç gülüşü yaparak elimi kaldırıp hoşçakalın mesajı verdim. Arkamı döndüğüm gibi adımlarımı hızlandırdım. Buranın yabancılarına, böyle sorularına alışkındım aslında. Hepsi bir süreliğine buradaydı ve gelip geçiciydiler. Konuşmak güzeldi böyle insanlarla. Arkamdan bağırdığını duydum;

"I will find you my beautiful girl!"
(Seni bulacağım, benim güzel kızım!)

He bulursun he, diyordu içimdeki haydo.

Villamızın olduğu sokağa gelmiştim. Şöyle bir baktım etrafa. Asma yaprakları duvarları süsleyen evleri, uzun uzun ağaçları ve yeşillikleriyle muhteşem bir sokaktı. 

Annemi, birlikte çıktığımız yürüyüşleri, villamızın bahçesinde yaptığımız sucuk partilerini, beni uyutmak için salladığı hamağı, anlatmasını istediğim vampir hikayelerini ve daha birçok anımızı anımsamıştım bu sokağa girer girmez. Evimiz oradaydı. Etrafındaki diğer villalardan kat kat daha büyüktü. Annemin deyişiyle ben istediğim için babam öyle yaptırmıştı. Annem... Kadın, adeta kendini kazımıştı aklıma. Bırakamıyordum onu düşünmeyi, onu hissetmeyi, onu özlemeyi.

Tokat attım kendime. Eğer burada olsaydı, onu özlememi bırakmadan hayatıma mutlu bir şeklide devam etmemi isteyecekti. Onu düşünerek mutlu olmayı bilmemi isteyecekti. Gidişiyle üzdüğünü biliyordu ama üzülmememi isteyecekti. Sustum. Gülümsedim. Ben bu gülümsemeyi de anneme borçluydum. Güçlü olmayı da o öğretmişti ve Tuna da. Tunam.. 'Tuna!! Siktirr cevap vermedim.'

Acele edip eve girmem gerekiyordu. Şarj aletini takmam gereken priz içerideydi. Uzun bahçe holünden geçmek üzere bahçe kapısını açtım. Annem kokuyordu buralar. Sanki dün buradaymış da alelacele çıkıp gitmiş gibiydi. Bahçenin ortasındaki küçük anakucağı dikkatimi çekmemiş değildi. Benim olamazdı bu, ben sevmezdim hamaktan başka bir salıncak. Kimindi? Belki hizmetçilerden biri bırakmıştır, dedim kendi kendime. Başına geldiğimde içinde ufak bir çocuk hırkası ve anakucağımsı bu küçük aletin başucunda 's' harfi gördüm. Gözlerim yorgunluktan ve uykusuzluktan halüsinasyon görüyordur, dedim kendime ve bahçeyi bırakıp eve geçtim.

İçerisi de annem kokuyordu işte. Lanet olsun, dedi beynim. Halüsinasyonların dibine vurmuştum. Belki de hizmetçilerin kullandığı oda parfümleri böyle kokuyordu, diye düşündüm. Bence de öyleydi. Çünkü kokladığım kokunun sekiz yıl önce gördüğüm kadına ait olduğunu sanmam biraz mantık dışıydı. Keşke her şey bir rüya ve bu koku da anneme ait olsaydı dedim. Beni karşılayan bir kaç tane hizmetçi vardı. Ev annemden sonra kullanılmıştı işte. Hepsiyle yarım saatlik bir anlaşmadan sonra beni villada yalnız bırakma fikrini kabul ettiler. Endişeli gibiydiler. Onlardan 'onlar' diye bahsetmek istemezdim ama 'sen' diye bahsedecek kadar yakın değillerdi bana. İsimlerini bile bilmiyordum. Babamın tuttuğu birkaç hizmetçiydiler alt tarafı. Arama kimseyle mesafe koymayı sevmezdim ama itici insanlarla geçekten mesafe koymam gerekiyordu. Aydın insanlarından farklıydı buradaki insanlar. Orada çıkar yoktu ama burada fazlaca vardı. On beş dakika sonra villanın kapılarının kapandığını duydum. Yalnızdım artık. Gelsin güzel bir tatil!

Canlarım, her şey için teşekkür ederim. Şu an bu yazıyı gören, okuyan, ilgilenen, beğenen herkese minnettarım :)) Sevgili sınav haftamın geldiğini belirtmek üzere, bol okumalar. Gelmeyen yazınız da kutlu olsun sevgili okuyucularım:/  Harbi yazı beklemekten helak olduk:D Neyse gevezeyim biliyorum, iyi günler.

Size GeliyorumHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin