Hatırlanan

39 1 0
                                    

2 Yıl öncesi...


Gecenin bir vakti, dalgın ve bir o kadar da kırgın olarak yürürdüğüm yolun üçüncü dönüşündeydim. Kendimle konuşuyordum. Benden öte olan bir başka benle. Neden hayat hep acımasız olmak zorundaydı? Neden sizi en değerliniz ile sınamak zorundaydı. Bunları birer birer irdelerken, hala aynı yol üzerinde olduğumu fark etmiş, yorgun adımlarımı atmaya devam ediyordum. Bir an durdum ve gürleyen havayla rotamı metroya çevirdim.

Ayaklarıma yük olan bedenimi ağır adımlarla taşıyordum. Yürüdüğüm arnavut kaldırımı aydınlatan metro durağının önüne geldiğimde yüzümde oluşan gerginliği saklayamadım. Merdivenlerden peronlara indim. 21 yıl biriktirdiğim bu hayat, bu acıyı kaldıramıyordu. Yaşamak bile kamçılıyordu ölüme duyduğum hissi. Ayaklarım sarı bandı geçmiş, yarısı boşlukta duruyordu. İlk kez bu kadar yakın hissettim ölümü. Beni engelleyecek kimse yoktu. Bana dur diyen olmayacaktı. Emindim. Yutkundum. Tüm bedenim titriyordu. Gözlerimi kapadım. Kulağımı yaklaştığını düşündüğüm sese kabarttım. Sesin yaklaştığını duydukça ölümün nefesini ensemde hissediyordum. Kulaklarım çınlıyordu. Ölüme -yada intihara- bir adım kala bir hapşuruk sesiyle kendimi geriye attım, yanımdan hızla geçen trenin rüzgarı suratıma çarparken.

Arkamı döndüm ve birini gördüm. Biri. Bir yüz. Tanımıyordum, ama görünce bir şeyler hissettim. Bir şey... Bir duygu. Sanki yıllar öncesine aitmiş gibi... Ne kadar da tanıdık geliyordu anılarıma.
Hışımla arkamı döndüm ve benden uzun, sarışın çocuğun omzuna vurarak "ÇOK YAŞA LANET OLASI!" diyerek bağırdım. Fazla ironik gelen bir cümle olmuştu. Hizlica yürümeye başladım. Merdivenlerden nefes nefese çıktım. Gök büyük bir gürültüyle gürlemiş ve yağmur başlamıştı, gözümden akan yaşlarla beraber. Ağlayarak ilerideki ağacın altına geldim. Gözlerimin buğusundan göremediğim bir siluet belirdi. Ağlıyordum. Hıçkıra hıçkıra. Bazen nefes bile alamıyordum. Yanımdaki, sürekli ne olduğunu soruyordu fakat sorusuna yanıt alamıyordu. En sonunda beni sarstı ve bana bak diyerek sesini yükseltti. Hala dinmemiş göz yaşımla az önce gördüğüm sarışın çocuğa döndüm ve iç çektim.

"NE OLDU GERİZEKALI! ANLAT!"

Aslında cevap verecek sözüm kalmamıştı. Ve belkide sözüm ilk kez bu kadar kalmamıştı. Kesik kesik çıkan sesimle konuşmaya çalıştım.

"Ölüm," dedim. "İnsanı ölümden eceli kurtarır."

Dudaklarım kurumuştu. Artık öyle bir raddeye gelmiştim ki göz yaşım yüzümü yakıyordu. Sarışın bir şeyler söylüyordu ama onu dinlemiyordum. Sadece bir cümlesi çok dikkatimi çekmişti.

"O an, orada olmamın bir sebebi vardı."

"Haklısın." diyerek böldüm.

"Haklısın, sanırım sana bir ömür borcum var."

Gereksiz bir tebessümle kafa salladı. Dayandığım ağaçtan doğruldum. Bir iç çektim. Ve öyle yandı ki canım. Böyle bir acı yoktu. Gözlerime dolan göz yaşımın akmasına izin vermedim. Boğazımda oluşan acıyla beraber, nefesimi tutuyordum. Biliyordum ki, nefes alırsam göz yaşlarım -yeniden- sel olurdu.

Nereye gittiğimizi bilmeden onu takip ettim. taksiye bindik ve yarım saat sonra indik. Tanıdık gelen sokaklarda yürürken bir anda durduk. Tam karsima geçti. Yüzünü bu sefer net bir şekilde gorebilmistim. Bir elini omzuma koydu ve dudaklarını araladı.

"Unutma, orada olmamın bir sebebi vardı. Bazen, her şey tesadüf değildir. Şimdi evine git ve biraz uyu."

Şaşkınlıkla kafamı kaldırıp etrafıma bakarken evimin önünde olduğumu fark ettim. "Evimi nerd-" diyemeden önümü döndüğümde sarışın yoktu.

Nerden bilmişti evimi?
Bu olanlar neydi?
Dediği gibi tesadüf değil miydi?
Kimdi bu yabancı?..

-ans

HUZURHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin