Gece olmuştu. Yine ve yine...
Telefonumun çalmasıyla gözlerimi kitabımdan kaldırıp ekrana çevirdim. Melek arıyordu. Tebessüm ederek görüntülü aramayı cevapladım. "Merhaba Melek." "Merhabayı geç Afra. Noldu? Konuşabildin mi?" Telefonu dik dursun diye arkasına birşeyler koyarken cevapladım. "Hayır, konuşamadım. Çünkü gelmedi."
"Ne? Gelmedi mi?" "Evet. Ciddi ciddi gelmedi." "Beyefendiye bak ya, sanırsın kraliyet prensi. Şu lükse bak, ne demek lan kendi istemene gelmemek." Sessizce gülmeye çalıştım. "Ama bir yandan iyi de oldu. Amcam olacak o adam iğrenç konular açtı resmen." "Zorla seni evlendiremesine ne kadar kızsam ve üzülsem de o evden kurtulduğun için seviniyorum." Gülümsedim, haklıydı. Melek bütün sırlarımı bilen tek kişiydi ve kimseye söylemeyeceğini biliyordum.
"Peki ne yapacaksın? Bunu sormaktan bıktım gerçekten." "Sevim Hanım hafta sonu düğünün olacağını söyledi. O zamana kadar onu görebileceğimi sanmıyorum. Mecburen düğün günü konuşacağım." "Bu kadar çabuk mu olacak? Ne biliyim, bunlar aşiret değil mi? Hazırlıklar nasıl yetişecek?" "Bilmem, ufak birşey yapacaklar herhalde. Neyse konuşmayalım nolur, yeterince bunaldım." "Tamam, o zaman sana şeyi anlatayım, bugün ilginç bir olay yaşadım."
Telefonu kapattığımda derin bir nefes aldım. Masama baktım. Kitaplarıma, kalemlerime... Aynı zamanda da hayallerime. Ben evlenmek istemiyordum ki, ben okumak istiyordum. Ve şimdi Kaan'la konuşup anlaşsam bile resmi olarak evli olacak, üstelik bir aşirete girdiğim için kolayca çıkamayacaktım.
Birden bu gerçeği idrak ettiğimde kalbimin acıdığını hissettim. Hayır, hayallerimden vazgeçmek istemiyordum. Ben kendi ayaklarımın üstünde durmak istiyordum. Her gece bunun hayaliyle uyurken şimdi vazgeçemezdim.
Evlensem bile o sınava bu sene girecektim. Girecek ve herkese inat okuyacaktım. Bunun için kaçmam gerekse bile...
Sabah gözlerimi açtığımda saat erkendi. Uyanabilmek için beş dakika tavanı izledikten sonra kalktım ve odamdan çıktım. Banyoda elimi yüzümü yıkadım. Mutfağa girdim, çaydanlığa su doldururken amcamın evde olup olmadığını merak ettim.
Dün ona içimden gelen şeyi söyleyip odama kaçtıktan sonra bir daha konuşmamıştık. Evde olsun ya da olmasın önemli değildi. İşime bakıp kahvaltı hazırladım ve telefonumun sesini duyunca odama geçtim. Kayıtlı olmayan bir numaraydı.
"Alo?" "Alo? Afra, ben Sevim." "Sevim Hanım...Günaydın, nasılsınız?" "Günaydın, iyiyim kızım. Yalnız hanımı atarsak daha iyi hissedeceğim."
Anne dememi mi bekliyordu? Yıllardır kimseye böyle seslenmemiş olan ben... Yapabilecek miydim?
"Peki, Sevim anne." Bu kadarını yapabilirim sanırım. "Beni çok mutlu ettin canım. Bugün seninle gelinlik ve eşya bakmak istiyorum. Müsait misin?" Müsait mi? Tüm gün evde oturuyordum. "Evet, müsaitim. Ne zaman?" "Öğleden sonra iki gibi olur mu?" "Tabi ki de." "Güzel. O zaman seni almaya gelirim kızım, görüşürüz." "Görüşürüz, Sevim anne."
Mutfağa geri döndüğümde amcamın orada olduğunu ve oturduğunu gördüm. Hadi kızım, yaparsın. İçeriye girdim ve bardakları masaya koyduktan sonra oturdum. Ona bakmamaya karar vermişken konuştu. "Bugün eşyalarını topla. Akif Bey'le konuştum, seni yarın almaya gelecek." "Olur."
Tabağıma birkaç zeytin koydum ve iç çektiğini gördüm. "Annene çok benziyorsun. Gözleriniz aynı ve huylarınız da." Sırıttım, yalan söylüyordu yine. Başımı kaldırdım ve ona baktım. Bu sefer korkmadım. Çünkü korkacak hiçbir şey kalmamıştı.
"Annemi ne kadar tanıyorsun ki?" "Fazlasıyla." "Emin misin? Onu bir kere bile canlı görmediğine yemin edebilirim. Sadece odamdaki fotoğrafa bakarak ela gözleri olduğunu biliyorsun." Gözleri titredi, daha büyük gülümsedim. "Annemi birazcık tanısaydın zeki bir kadın olduğunu bilirdin ve şanssızsın ki ben de ona çekmişim, fazlasıyla."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zoraki Aşk
عاطفيةKorku... İnsanın içini kemiren, tüylerini diken diken eden, gözlerini dolduran, endişe dolu bir duygu... Heyecan... Sevinç ile endişe arasındaki o kalbini hızlandıran duygu... Mutluluk... İnsanın yaşamasını sağlayan duygu... Güven... Gözlerini kapa...