Bölüm 2

134 90 32
                                    

Raşit Hoca'nın omzuna dokunmasıyla daldığı uzun hayallerden sıyrıldı. Kaç dakikadır bunları düşündüğünden emin değildi. Hocasının gözlerine baktı. "Evet Hocam, sanırım o gün başladı her şey. Şimdi durup dikkatlice düşününce daha iyi kavrıyorum. O zaman anlamamış, Serap'ın ilgi çekmek, istediklerini yaptırmak için bilerek öyle davrandığını düşünmüştüm. Fakat sonra daha kötüye gitmeye başladı. Peki, bunun anlamı nedir Hocam, neden soruyorsunuz bunları bana?"

Dikkatle hocasının gözlerine bakıyordu Ufuk. Yaşlanmıştı artık Raşit Hoca. Burnu ve kulakları büyümüş, gözleri hafif küçülüp içeri çekilmeye başlamıştı. Göz kenarlarında da hatrı sayılır kırışıklıklar peydah olmuştu. Ama gözleri... O griye çalan yeşil gözleri hiç değişmemişti. 25 yıl önce, onu ilk gördükleri gün de böyle bakıyordu. Aynı sevecenlik ve şefkat dolu, iyilik dolu bakışlar...Yetimhanenin biricik tarih hocasıydı o. Canı sıkılan, saçlarında okşayacak el eksiği hisseden onun kapısını çalardı. Hiçbir zaman da boş dönülmezdi oradan. Muhakkak yüreğine bir kuş havalanmışçasına ferahlık dolar, cebine de birkaç şeker, çikolata sıkıştırır, öyle ayrılırdı her çocuk. Ufuk ne zaman Raşit hocasıyla buluşsa küçülür, küçülür, on yaşında bir çocuk oluverirdi yeniden. Gözlerine o merak ve heyecanla bakar, aynı saygı ve sevgiyle dolardı. Yine böyle olmuştu. Raşit hocasına on yaşındaki gözlerle bakıyor, kulağının arkasından küçük bir sihir numarasıyla bozuk para çıkaracağını hissediyordu. Sanki Serap'ın sorunlarını da aynı kolaylıkla halledecekti. Ama bugün endişe vardı Raşit hocanın gözlerinde. Aynı anda hem soru soran hem cevaplayan bakışlardı bunlar.

Artık konuşma sırası Raşit hocadaydı. Ama bir tedirginlik vardı üzerinde. Kararsız kalmış insanların huzursuz bacak hareketleriyle ileri geri yürüyordu. Nihayet anlatmaya başladı.

"Ufuk, bak evladım. Şimdi sana anlatacaklarım inanılması güç şeyler. Bunun yanı sıra da suç..."

"Suç mu?" diye sordu Ufuk şaşkınlıkla. Raşit hocanın suçla ne ilgisi olabilirdi ki? Dünyanın en nahif insanıydı o. Karıncayı bile incitmezdi.

"Evet suç. Hatta büyük bir suç. Anlatacaklarım başkaları tarafından öğrenilirse başım çok fena derde girer. Sadece burada değil üstelik, uluslararası alanda da..."

"Hocam ne diyorsunuz siz? Uluslararası suça karışacak ne gibi bir işiniz olur ki sizin?"

"Benim işim değil, Ufuk. Ben sadece bir tanığım. Bir araştırmacı ve bir tanık..."

Soru soran gözlerle bakma sırası Ufuk'a geçmişti. Hoca bunamaya mı başlamıştı yoksa? Yok yahu, henüz o kadar da yaşlanmamıştı. Ki bu ana kadar bütün davranışları da normaldi.

"Hocam," dedi Ufuk. "anlatacağınız şeyin sizi tedirgin ettiğini görüyorum. Ama bana güvenebileceğinizi biliyorsunuz. 25 yıldır tanıyoruz birbirimizi, ellerinizde büyüdüm sayılır. Bizde yeriniz de anlamınız da çok büyük. Buyurun anlatın lütfen. Sırrınız bende kalacak."

Derin bir nefes aldı Raşit Hoca. Yine o sevgi dolu gözleri belirdi. Gülümseyerek, "Biliyorum Ufuk, evladım gibisiniz siz benim. Sağ olasın." dedi. Sonra işaret parmağıyla yanı başlarında duran harabe hâline gelmiş ahşap binayı gösterdi.

"Ufuk, bu binayı hatırlıyor musun oğlum? Yetimhane yeni binasına taşınana kadar burada kalmıştınız hani. Ben de sizinle burada tanışmıştım zaten. Fakat ben yalnızca bir sene kalmıştım burada. Sonrasında yeni binaya geçmiştik hep beraber."

"Tabii hatırlıyorum Hocam. Hatırlamam mı hiç? Görevlilerden öğrendiğim kadarıyla iki yaşındayken getirilmişim bu yetimhaneye. On yaşına kadar da burada kaldım zaten. Ev olarak bildiğim ilk mekândı burası benim. Elli çocuklu bir ev..." diyerek gülümsedi.

Bu esnada gözleriyle yıkık binaya bakıyordu. Camları kırılmış, ahşap kolonları yer yer çökmüş, içine çer çöp dolmuş, geceleri evsizlere ve baykuşlara yuva hâline gelmiş o binaya... Ne kadar çok anı biriktirmişti oysa orada. Şimdi çalı çırpıdan geçilmeyecek hâle gelen bahçesi bir zamanlar en keyifli oyunların oynandığı, çocuk sesleriyle dolan, güzel, renkli bir avluydu. Bir anlığına avlu eski görünümünü kazanır gibi oldu. Arkadaşlarıyla top oynuyordu şimdi Ufuk. Terden saçları alnına yapışmış, yanakları kıpkırmızı olmuştu. Kaçan topu almak için avlunun kenarına gittiğinde orada arkadaşlarıyla evcilik oynayan Serap'ı görmüştü. On yaşındaki Serap'ı... Ne kadar da güzeldi... Kocaman kahverengi gözleri, iki yandan örgülü saçlarıyla o da Ufuk'a bakmış, gülümsemişti. Serap'ın yanındaki kızlar onların bakıştığını görüp kıkırdamaya başlayınca Ufuk utanmış, hızlıca topu alıp arkadaşlarının yanına koşmuştu. Öncesinde de tanıyordu Serap'ı tabii. Ama nedense o gün, o an aklına kazınmış, çıkmıyordu. İçinde ilk aşk kıvılcımlarını hissettiği gündü o gün. Bunun aşk olduğunu bilemiyordu henüz. Kalbindeki pıt pıtlar ona bir şey anlatmaya çalışıyordu. Ufuk'un küçük ruhu bunu çözemiyor, yalnızca yanma hissiyle karışık sıcaklık ve yoğun sevgiyi duyuyordu.

Silkinip kendine geldi, hocasına baktı. Raşit hoca da kendisi gibi hayallere dalmış gibiydi. Boğazını temizleyerek dikkatini çekmeye çalıştı hocasının. Sinyali alan Raşit hoca da ona bakıp gülümsedi, "Peki bu binadan neden ayrıldığımızı biliyor musun?"

"Çok eskidiği için Hocam," dedi Ufuk. "Ahşap bina aşırı soğuk oluyor, geceleri rüzgâr geçiriyordu. Rüzgârla birlikte duyduğumuz uğultu ve çatırtılar da cabası. Ödümüz kopuyordu valla. İyi oldu taşındığımız." diyerek gülümsedi. Raşit Hoca da güldü. "Ne yalan söyleyeyim, sizi yatıştırıyordum ama ben de çok korkuyordum o seslerden. Bir de beni biliyorsun, gerilim kitapları okuyordum akşamları. Tam kitabın sayfasını çevirecekken bir uğultu, bir kıyamet. Heeh diyordum, geliyor bizim davetsiz misafirler."

İkisi de gülüyordu şimdi. Hocasıyla buluşup eski günleri yad edince kafası dağılmış, sakinleşmişti Ufuk. Raşit Hoca da rahatlamış görünüyordu. Sonra devam etti Hoca: "Ama buradan onun için taşınmadık. Öğrencilere ve halka o şekilde ilan ettik sadece. Aslında apar topar, bir ay içinde taşındık yeni binaya. Uygun yer bulunsa o kadar da bekletmez, hemen o gün aktarırlardı bizi."

"Hangi gün Hocam?"

Gözleri yine o tedirgin hâlini almıştı hocanın. "Zeynep'i hatırlıyor musun?"

Ufuk'un zihninde aniden bir ekran belirdi sanki. Zeynep, evet Zeynep'i hatırlıyordu. Hatta onu nasıl bu vakte kadar hatırlamamış, hafızasının derinliklerine nasıl bu kadar çok gömebilmişti, hayret ediyordu. Kendi yaşlarındaydı o da. Akıllı, sevimli, enerjik, çalışkan bir kızdı. Okuldaki çoğu oğlan hayrandı ona. Serap olmasa Ufuk da onun etkisine kapılabilirdi. Ama onun Serap'ı vardı... Fakat bir gün Zeynep'ten hiç beklenmedik bir şey oldu. Yetimhanenin koridorlarında çığlıklar atmaya başladı. "Benim ne işim var burada? Burası neresi? Anne, baba, neredesiniz?!" diye bağırıyor, binanın içinde koşturup duruyordu. Oysa o da diğer çocuklar gibi senelerdir buradaydı. Anne babası yoktu, vefat etmişlerdi. Gayet iyi biliyordu. Çığlıkları duyan Raşit Hoca ve birkaç öğretmen daha hemen gelip Zeynep'i yatıştırmaya çalışmış, çare bulamayınca hastaneye götürmüşlerdi. O günden sonra da bir daha gören olmamıştı Zeynep'i. Hocalara, görevlilere hatta hademelere bile sormuşlardı. Aldıkları tek cevap "Başka yetimhaneye nakledildi." oluyordu.

Yoros YetimhanesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin