Bölüm 4

91 59 13
                                    

Güneş iyice batıya dönmüş, kızıllığı yetimhanenin ahşap duvarlarında tek tük görünen kırık camlara vurmaya başlamıştı. Raşit Hoca anlatmaya devam ediyordu.

"Bunları konuştuktan sonra görevlileri dışarıya kadar geçirdim. Biz çıkarken kömürlüğe giden iki ekip de binanın etrafını yeni dönmüş, geliyordu. Özel giyinmiş ekibin lideri olduğunu tahmin ettiğim yapılı bir adam gece gelen MIT ekibine "Tahliye işlemini her ihtimale karşı bina boşaltıldıktan sonra gerçekleştirelim, risk alamayız." diyordu ki beni fark edince sustu. Neyi tahliye edeceklerini, niçin riske girmek istemediklerini bir türlü öğrenemedim. E tabii soramadım da. Çevremde olağanüstülüğünden emin olduğum fakat içeriğini bir türlü öğrenemediğim şeyler dönüyordu. Meraktan içim içimi yiyor, fakat elimden bir şey gelmiyordu. Ekipler benimle vedalaşıp ayrıldılar. Onlar gittikten sonra belki bir şeyler görürüm umuduyla binanın arkasını dolaşıp kömürlüğün önüne geldim. Kapıyı mühürlemişlerdi. Giremeyeceğimi anlayınca el mahkûm gerisin geriye döndüm."

Bu sırada durdu Raşit Hoca. Konuşmaktan ağzı dili kurumuş, saatlerdir ayakta dikilmekten bacakları ağrımıştı. Artık genç değildi, eskisi gibi maceraların peşinden fütursuzca koşacak enerjisi yoktu. Hocasının yorulduğunu anlayan Ufuk daha sonra neler olduğunu öğrenmek için can atıyor olsa da "Hocam, ilerideki çay bahçesine oturalım biraz. Birer çay içer soluklanırız, orada anlatmaya devam edersiniz." dedi. Raşit Hoca bunu duyduğuna sevinmişti. Ufuk'un içinde bulunduğu durumu, evliliğindeki sorunları biliyor, pürdikkat kendisini dinlerken yoruldum, demek istemiyordu. Eski ve çok sevgili öğrencisinin teklifini memnuniyetle kabul etti. Yavaş yavaş çay bahçesine doğru yürümeye başladılar.

Yürürken sessizliklerini koruyor, konuşma açmak istemediklerine dair gizli bir anlaşma yapmışçasına ilerliyorlardı. İkisi de kendi âlemlerindeydi şimdi. Raşit Hoca 25 yıl önce başlayan bu sıra dışı öykünün nasıl sonuçlanacağını düşünüyor, üzerine tahminlerde bulunmaya çalışıyordu. Bir yandan da Ufuk'un henüz haberdar olmadığı gerçekleri öğrendiğinde nasıl tepki vereceğini merak ediyordu. Aklına takılan bir diğer meseleyse, yıllarca araştırdığı, öğrenebilmek için arşiv arşiv dolaştığı onlarca bilgiyi Ufuk'a nasıl, hangi sırayla anlatacağıydı. Zihninde yılların yükü vardı. Sanki bu yük fışkırmak, taşmak istiyor; fakat bir türlü doğru kanalı bulup dışarı akamıyordu. O kanalı bulmalı, kafatasını çatlatırcasına ağırlık yapan bu yükten kurtulmalıydı.

Ufuksa hocasının koluna girmiş yürürken az önce duyduklarını düşünüyordu. Dinlediği kısım öğreneceklerinin yanında devede kulak kalıyordu ama o henüz bunun farkında değildi. Sırf bu kadarı bile dehşete düşmesine yetmişti. İnsanın hayatında doğru olduğunu düşündüğü, o doğrularla yaşadığı ne kadar çok şey aslında boş bir hikâye çıkabiliyordu. Acaba bunun gibi bilmediği daha neler vardı hayatında? Evinde, iş yerinde, sosyal yaşamında... Hakikat sandığı nelerle yaşıyordu kim bilir? Fakat aklını kurcalayan asıl şey, hocasının anlattıklarıyla Serap'ın durumu arasındaki bağlantının ne olduğuydu. Bunu bir türlü çözemiyordu. Aynı evde yaşamalarına rağmen Serap'ı çok özlüyordu Ufuk. Çünkü evde bıraktığı Serap kendi Serap'ı değildi. Bir gölge, bir hayalet gibi gitgide kendisinden uzaklaşıyordu. Gerçekleri öğrendikten sonra yapacaklarından endişe ediyorum demişti hocası. Ne demek istemişti acaba? Eğer Serap'ı iyileştirmenin bir yolu varsa onu mutlaka bulacak, örgülü çocuk saçlarına âşık olduğu kızı dünyanın en mutlu annesi yapacaktı. Evet, annesi! Yaşadıkları hadiseler fikrini değiştirmişti Ufuk'un. Canından çok sevdiği karısını bu şekilde üzdüğüne çok pişmandı şimdi. Bazen öfkelendiğinde kendine hâkim olamıyor, kırıcı davranıyordu. Saman alevi gibi geçiveriyordu kızgınlığı, sonrasında tamir etmek için türlü şebeklikler ediyor; bir şekilde alıyordu eşinin gönlünü. Ah, keşke... Keşke Serap eski hâline dönse... Bir dediğini iki etmeyeceğine dair yeminler içiyordu.

Bu düşünceler içinde çay bahçesine vardılar. Yakın bir masaya oturup çaylarını sipariş ettiler. Güneş artık iyiden iyiye batmış, çay bahçesi ufak ampullerle aydınlatılmaya başlanmıştı. Ufuk şimdi hocasının gözlerinin içine bakıyor, anlatmaya devam etsin diye sabırsızlıkla bekliyordu. Raşit Hoca da bunun farkındaydı. Çaylarını içerken havadan sudan konuşmaya başladılar. Hoca son okuduğu kitaptan bahsediyordu. Yıllar geçmesine rağmen gerilim, gizem, bilimkurgu kitaplarını okumaktan hiç vazgeçmemişti. Gençliğindeki heyecanından hiçbir şey kaybetmeden her çıkan kitabın peşine düşüyor, okuduklarını çevresine anlatmaktan da büyük bir haz duyuyordu. Dijital imkânların gelişmesiyle kitap tutkusunun yanına dizi-film tutkusu da eklenmişti. Ufuk, hocasının keskin zekâsını okuduğu, izlediği bu girift eserlere borçlu olduğunu düşünüyordu.

İkinci bardakları bittiğinde saatine baktı Raşit Hoca. 21.00'e geliyordu. "Ooo," dedi derin bir nefes vererek. "Çok geç olmuş. Ufuk, oğlum; sabırsızlıkla devamını anlatmamı beklediğini biliyorum. Ama zaten anlatacaklarım çok uzun. Bu gece bitmeyeceği gibi en az birkaç günümüzü daha alacaktır. Şimdilik burada bırakalım. Sen de Serap'ı daha fazla bekletme. Müsait olduğun bir gün haberleşip görüşelim. Olur mu?"

Ufuk istemeye istemeye, olur, dedi. "Olur ama en azından şunu söyleyin Hocam. Kömürlükte ne olduğunu öğrenebildiniz mi?" Anlayış ve şefkatle gülümseyerek Ufuk'a bakıyordu şimdi Raşit Hoca. "Öğrendim Ufuk, öğrendim. Merak etme, yakında sen de öğreneceksin..."    

Yoros YetimhanesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin