En başta haftada bir görülen bilinç kayıpları zamanla günde bir, sonra saatte bir denecek düzeye gelmişti. Ufuk kafayı yemek üzereydi. Karısı göz göre göre ellerinden kayıyor, hiçbir şey yapamıyordu. Başkası yapsa demediğini bırakmayacak işler yapmaya başladı o da. Güvenilir eş dosttan ismini aldığı bir hocaya gitti. Daha önce telefonda konuşmuş, durumu anlatmıştı. Gelirken eşine ait bir eşya getirmesini istemişti hoca. Serap’ın lastikli tokalarından birini alıp yola düştü. Giderken aklından elli defa geri dönmek geçti. Bu yaptığına kendisi de inanamıyordu. Eskiden insanların hacı hoca peşinde dolandırıldığı haberlerini her gördüğünde dalga geçer, nasıl inandıklarına hayret ederdi. Böyle oluyordu demek ki, insanlar çaresiz kalıyordu. Şimdi o da çaresizdi. Ufacık da olsa bir umut ışığı varsa o umudun peşinden seve seve gidecekti. Bu yüzden yolda elli defa vazgeçtiyse yüz defa tekrar ikna oldu, bahsedilen hocanın evine bu içsel mücadelelerle dolu olarak gitti.
Hoca, Ufuk’u içeri buyur etti, su ikram etti. Daha sonra karşılıklı oturdular. Serap’ın anne adını, baba adını sordu. Bu bilgileri aldıktan sonra Serap’ın tokasını eline aldı. Bir yandan dualar okumaya, bir yandan da önündeki kâğıda Arapça bir şeyler yazmaya başladı. Ne yazdığına, burada ne yaptıklarına dair hiçbir fikri yoktu Ufuk’un. Irmağın akışına kapılmış saman çöpü gibi sualsiz, teslim olmuş gidiyordu. Hoca, yazdığı kâğıdı katlayıp bir muska hâline getirdi. Muskayı Ufuk’a uzatırken “Evladım,” dedi. “Gayret bizden, himmet Allah’tan. Sen de duanı eksik etme, tedavilerini aksatma gelin kızımızın. İnşallah şifasını bulur.” Verirken parmağı bir saniye için Ufuk’un eline değdi. Değer değmez gözlerine bakıp, “Sen de çok yorulmuşsun, üzülmüşsün. Uzat elini, sana da bir dua okuyalım.” deyip Ufuk’un elini tuttu. Arapça dualar okuyup üflemeye başladı. Bu olaylar ortaya çıktığından beri ilk defa o gün, orada hıçkıra hıçkıra ağladı Ufuk. Böyle bir şey beklemiyordu. Hoca su verdi, sakinleşti. Daha iyi hissedince kalkıp gitmeye davrandı. Tam kapıdan çıkarken birden hatırlamışçasına arkasına döndü. “Hocam,” dedi mahcup biçimde, “borcumuz?..” Gülümseyip elini Ufuk’un omzuna koydu Hoca: “Allah’ın duasının borcu mu olur evladım? Güle güle git, şifana var inşallah. Dua bazen sebep, bazen sonuçtur. Bazen doğrudan isteğine kavuşturur, bazen öyle yollardan geçirir ki sen de ne olduğunu anlayamazsın. Bunun için para isteyen olursa da uzak dur. Allah’ın duasına kıymet biçenden hayır mı gelir?” deyip gönderdi.
Yavaş yavaş arabasına yürüyüp sürücü koltuğunda bir süre oturdu Ufuk. Sanki daha az önce yaşamamıştı bunları da, üzerinden yıllar geçmişti. Zihni öylesine yoğun bir karmaşa içindeydi. Bildiği bir şey varsa o da kesinlikle rahatlamış olduğuydu. Üstelik bunca yıldır kendisinde kesin bir fikir hâline gelen dolandırıcı hoca figürü bir anda yıkılıp gitmişti. Yaşadıklarına, yaptıklarına, karşılaştıklarına, öğrendiklerine inanamıyordu. Demek dünyada böyle insanlar da vardı…
Biraz nefeslenip kendine geldikten sonra arabanın motorunu çalıştırdı. Tam yola çıktığı esnada epeydir Raşit hocasını görmediğini fark etti. Evde Serap’ın yanında bir arkadaşı vardı, o yüzden gözü arkada kalmayacaktı. Raşit Hoca’ya doğru sürdü. Giderken bir şey fark etti. Kendisi koşuşturmaktan Raşit Hoca’yı düşünüp ziyaret edecek zaman bulamamıştı evet. Ama Raşit Hoca kendisini görmeye niçin hiç gelmemişti? Üstelik böyle bir durumda… “Tırnağımız kırılsa içi titreyecek adam böylesi zor zamanımızda neden uzak duruyor?” diye düşündü kendi kendine. En iyisi gidip kendisinden öğrenmekti. Saat oldukça ilerlemiş olmasına rağmen çekinmeden çaldı hocasının kapısını.Raşit hoca kapıyı açıp Ufuk’u karşısında görünce bir an ne tepki vereceğini bilemedi. Korku, şaşkınlık, mahcubiyet, endişe, sevinç… Hepsi aynı anda yüzünde belirip kayboldu hocanın. Ufuk böyle bir şeye ilk defa şahit oluyordu. İlk şaşkınlığını attıktan sonra hemen içeri buyur etti eski öğrencisini. “Ufuk, hayırdır evladım bu saatte? Bir terslik yok ya?” diyebildi salona giderlerken. “Yok Hocam yok bir şey. Bizim malum meseleler yüzünden epeydir görüşemedik. Serap’ın yanında arkadaşı var bu akşam. Ben de geçerken size uğrayayım, iki satır muhabbet ederiz diye düşündüm.” dedi. Daha cümlesini tamamlayamadan Semra teyze belirdi. Koşup hemen Ufuk’a sarıldı. “Oğlum, bu ne güzel sürpriz… Hani, Serap’ım yok mu? Onu da getirseydin keşke. Özledim bu evde sesinizi duymayı.” dedi pamuk gibi yumuşacık sesiyle. Ufuk insanın annesi olmasının nasıl bir duygu olduğunu bilmiyordu. Ama olsaydı böyle olurdu herhalde diye düşündü. Semra teyzenin her kelimesi yüreğinin içine kadar giriyor, o konuşurken görünmez bir el çocuk saçlarını okşuyordu. “Onu iyileşince getiririm Semra teyzem,” dedi. “Şimdi biliyorsun durumları. İyice huzursuz etmeyelim kızı.” “Peki,” dedi Semra teyze. “Hadi siz oturun da ben ocağa bir çay koyayım.”
Raşit hocayla karşılıklı oturuyorlardı şimdi. Hocasının yüzünde anlamlandıramadığı bir mahcubiyet vardı. Ya yanlış anlıyorum ya da zamanla öğrenirim, dedi kendi kendine. Yanlış anlaması da çok mümkündü. Hem zihnen hem bedenen ömrünün en bitik olduğu günleri yaşıyordu Ufuk.
Sessizliği bozan Raşit Hoca oldu. “Ee Ufuk,” dedi. “Ne durumda Serap, var mı hiç gelişme?” Ufuk olanları anlattı. Durumunun günden güne kötüleştiğini, doktor doktor gezdiklerini ama hiçbir çözüm bulamadıklarını söyledi. “Geçerken uğradım demiştin girerken. Bu saatte nereye gittin ki oğlum?” dedi hocası. Ufuk başını önüne eğdi. Hocasının bu konulara bakış açısını biliyordu. Yine de anlattı. Çaresiz kaldığını, denemediği tek yolun bu olduğunu söyledi. Tahmin ettiği gibi hocası pek hoş karşılamamıştı bunu. Ama kötü bir şey de söylememişti. Ufuk’un umutsuzca her yolu denediğini görebiliyordu. Şimdi başını öne eğme sırası Raşit hocaya geçmişti. Bir müddet sessizce oturdular. Az sonra elinde çay tepsisiyle Semra teyze geldi. “Ayol, dut yemiş bülbül gibi ne susuyorsunuz öyle?” dedi o şen şakrak sesiyle. “Gören de cenaze var sanır. Serap kızım hastaymış iyileşir, ne var bunda? Asmayın suratınızı bakayım.” diye ekledi. Aslında onun da endişelendiğini, üzüldüğünü bal gibi biliyorlardı. Yine de Ufuk’a biraz moral vermek istiyordu. Çocuk haftalardır gözünün önünde eriyip bitmişti. En yapmayacağı şeyi yapmış, hocaya kadar gitmişti. Bu karanlık günlerin bir çıkışı var mıydı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yoros Yetimhanesi
Science FictionÇocuklukları aynı yetimhanede geçmiş ve burada tanışıp evlenmiş bir çift... Bir gün eski yetimhanelerine yakın bir ormanda çocukluk arkadaşlarıyla piknik yaparlar. O günden sonra hayatları tümüyle değişir. Eşi Serap'ın hafızasındaki sorunun ne olduğ...