-Bölüm 17-

985 74 40
                                    

Medyadaki şarkıyla okuyunuz..

Elinde çevirdiği aile yadigarı yüzüğe bakarak gülümseyen Jungkook, aklındaki simayla beraber her geçen saniye daha da kapılıyordu geleceğe. Onunla olan geleceğine...

Gözlerini ne zaman kapatsa o gülen gözler geliyordu aklına. Onun kokusu, yanında olmasa bile canını yakacak kadar aklındaydı. Onun asker adımları ile olan adımları, savrulan saçları, üşüdüğünde al al olan yanakları... Jungkook'un nefesini kesiyordu. 

Yarın yeniden onu eğitim alanında, sırada kendisine bakarken görecekti. İçi içine sığmıyordu bu nedenle. Her gün artık uyandığında, gözleri ilk onu görmek istiyordu. Kalbi zaten hep ondaydı. Aklından desen hiç çıkmıyordu.

Elindeki alyansa bakmayı sürdürürken odasının kapısı tıklandı. 'gel' komutunu alan asker içeri girdiğinde önce bir baş selamı verdi. Fakat ardından yüzündeki hüznü belli etmeden dimdik bir şekilde durmaya çalıştı. 

"Komutanım, asker Roséanne Park Chaeyoung saat 11 sularında..." Devamını dinlemeye ne gönlü el vermişti, ne kulakları bu gücü kendinde bulmuştu. Karşısındaki askerin sesi buğulu bir şekilde gelirken olduğu yerde çivilenmişti. Kalbi sanki atmayı durdurmuştu ve o da buna engel olmak istemez gibi nefes almaya direnmemişti. 

"Komutanım...!" Etrafında beliren bir kaç kişiyi duyamayacak kadar kendinden geçmişti. Son bir güçle kendini ayağa kalkarken buldu. 

Terlemeye başlayan vücudu ile hızının nasıl olduğunu düşünmeden yürüdü asker adımlarıyla. Koğuşu geçerken ağlayan kızların sesi, etrafta koşturan askerler... Bir savaş çıkmıştı da, evlatları ağlayan anaların yakarışlarına dayanamıyor gibiydi. Yutkunamıyordu bile... Askerlerin bazılarının koştuğu yere doğru adımlarını hızlandırırken, karşısında gördüğü manzara adımlarını durdurmuştu

Sarışının örtülen yüzü, daha sonra da doğrudan ambulansa doğru götürülmesi. Sedyeden sarkan elinin cansız bir şekilde sallanması...

Ciğerleri nefes almayı kesmişti. Sevdiğini böyle görmek ona ızdırap gibiydi. Ne ayakları ileri gidip sevdiğine sarılabiliyordu ne de geri gidebiliyordu. 

Gözleri buğulanırken hemen ardından elleri kelepçelenmiş adama baktı. İçindeki acıya bir de öfkesi eklenirken, acısını çıkarmak için adımlarını sevdiğinin canını yakan, ona dokunmaya cesaret eden adama yönlendirdi.

Hızlı adımları onu tutan iki askerin önünde durduğunda yakasını kavradığı gibi kafasını burnuna vurdu.

İçindeki tüm nefreti bu adamı öldürmeden çıkarmayacaktı.

.

.

Ne ara sorgu odasına geçtiklerini bilmiyordu. Ama hala dinlene dinlene karşısındaki mikroba yumruklarını savuruyordu. Altındaki beden son vurmasından sonra bayıldığında bir kaç dakika soluklanmıştı. İçindeki acıyla baş başa kalmak istemiyordu. Bu yüzden tüm dikkatini dövdüğü soysuza vermişti. Dövme sebebi acısıyken...

General ve bir kaç komiser onları camın arkasından izliyordu. Komiser bir kaç kere Jungkook'a "Yeter oğlum" demişti. Ancak yetmezdi. O şerefsiz, onun sevdiğine...

Aklına acısı gelirken son bir güçle oturttukları sandalyeye vurdu. Baygın beden gözlerini açmaya çalışırken kenarda duran su şişesini açtı. Beklemeden suyu yerde kıvranan bedene döktü. Üzerine dökülen suyla biraz daha ayılırken yakasından tutulmuştu Jungkook tarafından.

Jungkook dayanamıyordu. Zihnindeki, kalbindeki, bedenindeki o boşluk hissi onu öldürecek kıvama getirmişti. Bu öyle bir ölüm değildi, işkenceydi. Sevdiği nefes almadan soğuk bir odada tutulurken, ona yaşamak haramdı.

Altında kıvranan bedenin suratına dizini vurduğunda o kırılma sesi gelmişti. Bir komiserin gelip kolundan tuttuğunu hissettiğinde kurtuldu hemen o ellerin arasından. 

"Jungkook, yeter delirme!" Jungkook hayretle karşısındaki komisere baktı. Bu sefer ona olan siniriyle öldürmeden bırakmayacağı kişiye dönüp yumruklarını ardı ardına sıraladı ona. 

"Lan ben sevdalıydım o kadına!! Nasıl kıydın lan sen benim canıma!!" Elinde olmadan dudaklarından dökülen kelimeler canını daha çok yanarken daha fazla tutamadığı gözyaşları ve gerçeklerle daha sert vurmaya başladı.

En sonunda bir kaç kişi gelip onu kollarından tuttuğu gibi odadan çıkarmışlardı. Jungkook kendini kaybetmiş gibi ağlıyordu. Komiser onu odasına getirip sandalyeye oturtup hemen Jungkook'un karşısına oturmuştu.

Jungkook'un çığlığa dönüşen gözyaşları karşısındaki komiseri de kederlendiriyordu.

Komiser Jungkook'a sarıldığında, Jungkook elleri ile kendi kafasına vurmaya başlamıştı. Canı yanıyordu. Sevdiğine bir kere bile sarılamamıştı, bir kere bile sevdiğine tam anlamıyla kavuşamamıştı.

-

Girdiği morgda, sevdiğinin kapısını açan görevli odanın diğer ucuna gittiğinde Jungkook içine titrek bir nefes çekti. Nefesi bile ciğerlerine zehirdi. Sevdiğinin bembeyaz yüzü karşısında dururken ona bakmaya kıyamıyordu bile, ama sevdiğine kıymışlardı. Yüzünü sarışının eline gömdüğünde gözyaşları peşi sıra devam ediyordu akmaya.

Kafasını kaldırıp baktı çiçeğine. Çiçeği solmuştu. Ağlamalarına devam ederken cebine soktu elini. İçindeki yüzüğü çıkarıp baktı. Yüzüğü hiç düşünmeden sevdalısının parmağına taktı. Ne de güzel yakışmıştı.

Eğilip öptü o güzel ellerini. 

Ne ara gelmiş o mezarın başında, narin bedenin üzerine toprak atılmasını izlemişti hatırlamıyordu. Yüzü çökmüş bir şekilde öylece savrulan toprağa bakıyordu. Ama aklından tek bir düşünce bile geçemez olmuştu. Sadece o boşluk hissi boğazında bir yumru halinde durmuştu.

Çiseleyen yağmur, askeri üniformasını ıslatmaya başlamıştı. Yüzünde süzülen damlalar sanki çiçeğini yeniden canlandırmak istiyor gibiydi. 

Gözlerini sımsıkı yumdu. Bir kabus olmasını bile ummadığı şeyi görmeye dayanamıyordu. Biri gelsin onu boğazlasın, nefesini kessin ama ciğerlerine zehir gibi gelen nefesi solumasın istiyordu. 

Devam edecek

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Devam edecek...

Bölümü yazarken arkadaki şarkılar hiç yardımcı olmadı.

O boşluk hissini ben hissettim resmen. 

Her neyse umarım beğenmişsindir. Kendinize iyi bakın.

💜💜I PURPLE U💜💜



Komutan |Rosékook|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin