Eylül'ün esintisi kendini belli etmeye başlamışken, üzerlerimize geçirdiğimiz sweatlerden ötürü memnundum. Soğuk havanın rüzgarı püfür püfür suratıma vuruyordu, hasta olmamak için özel bir çaba sarfetmiyordum. Çabuk hasta olabilen bedenime rağmen bununla ilgilenmeyişimin bir sürü sebebi vardı.
Oturduğum koltukta gerinirken Çisel Hanım'ın bulunduğum yere doğru geldiğini gördüm. Elinde bir bardakla yavaş adımlarla yanıma doğru yürüyordu.
"Ahu Hanım," dedi yanıma vardığı vakit. "Babanız bunu size gönderdi, içerseniz başınızın ağrısı gidecekmiş."
Elinde tuttuğu bardağı önümdeki masaya bıraktı ve bir baş selamı vererek gitti. Masaya bıraktığı bardağın rengi başta hiç iç açıcı gelmemişti fakat zihnimi susturacaksa içmemde fayda var gibiydi. Ki burada şuan önemli olan nokta benim başımın ağrıyışı değildi; babamın beni düşünüp bir bardak içecek yollamasıydı. Bu aralar beni şaşırtmaktan geri kalmıyordu.
Bardağı elime aldım ve küçük küçük yudumladım. Ekşi tadı yüzünden yüzümü buruşturmadan edemedim başta ama daha sonra zihnimi dinlendirdiğini hissettim.
Bardağı geri masaya bıraktım ve telefonumu elime alarak Yiğit'i WhatsApp'tan görüntülü aradım. Telefon birkaç saniye çaldı, ardından çok geçmeden açıldı. Rüzgar yüzünden olduğunu tahmin ettiğim saçlarının dalgalanışı karşıladı beni önce. "Ahu," dedi Yiğit en son pozisyonunu bulmuş gibi. Kamera tam yüzüne odaklanınca yanında gelen sesler yüzünden rahatsız olmadan edemedim.
"Müsait misin?" diye sordum.
"Pek müsait olduğum söylenemez ama... Bir şey mi oldu?" Yan taraftan bir erkek sesi ona bir şey deyince birkaç saniye onunla ilgilendi, hemen sonra bana döndü.
"Tamam sonra konuşuruz o zaman," dedim sakin bir sesle. "Öylesine aramıştım zaten."
"Tamam, ben döneceğim sana. Görüşürüüz."
"Bay bay," Telefonu kapatarak birkaç saniye boşboş baktım, kilitleyip geri yanıma bırakınca sıkıntılı bir nefes verdim.
Başımın ağrısı hafiften geçmişti, bu içeceğin tarifini Çisel'den almalı ve aklımda tutmalıydım. Tariften daha önemli şeyler vardı tabii başta. Mesela Safir. Onunla arayı hâlâ düzeltememiştik çünkü hiç karşı karşıya gelme fırsatımız olmamıştı. Ya da o fırsatları yaratamamıştık. İkinci seçenek her halükârda daha baskın geliyordu. Pekâlâ benimle konuşmanın onun için ne kadar zor olduğunu bildiğimden ne yapacağımı kestiremiyordum. Birkaç kez onunla konuşmak için Ekin'i araya katmıştım ama işe yaramamıştı. Salak bir çocuk olmadığı için neyi yapıp yapamayacağımı kestiriyordu.
Derin bir nefes alarak birkaç saniye ne yapıp yapamayacağımı düşündüm. Hava soğumaya yüz tutuyordu ve kalın bir şeyler giyip dışarı çıkabilirdim. Biraz yürüyüş yapar ve kendime gelebilirdim. Ya da dünya çok küçük gelirdi ve ben bir şans Safir ile karşı karşıya gelirdim. Olabilirdi. Hatta bu ihtimal beni o kadar heyecanlandırdı ki saniyesinde oturduğum yerden kalktım ve bahçeden çıkarak içeriye koşuşturdum. Odama çıkan merdivenlere yöneldiğim gibi dolabımın önüne geçmiştim.
Altıma siyah, bol kesim bir pantalon giydikten hemen sonra üzerime; üzerinde küçük bir hello kity deseni bulunan bir bluz giymiştim. Can sıkıntısından yaptığım saçım ve makyajım duruşunu koruduğu için üzerime kalın bir hırka alarak çıktım odadan. JBL kulaklığımı boynuma taktıktan hemen sonra aşağıya inerken babamı biriyle konuşurken duydum ama pek üzerinde durmadım. Merdivenlerin bitiminden hemen sonra kapıyı araladım ve kendimi tekrardan bahçeye attım.
