Her iki kalpte de büyük bir enkaz bırakan o buluşmanın üzerinden neredeyse bir ay geçmişti. Heyu her ne kadar kendini kandırıp iş birliği ya da eski dostluk gibi saçmalıklar bahane edilerek tekrar aranmadığı için sevinse de yüreğinin içinde gizli tuttuğu bir ses telefonun bir kez daha çalması için acı içinde haykırıp duruyordu.
Heyu bu konuda bir şey düşünecek kadar iyi değildi ancak Xie Qingcheng ne aklından çıkıyor ne de ruhunda bir nebze huzur bırakıyordu. Ayrıca anne ve babasının geldiklerini bile söylemeden Amerika'ya geri dönmüş olmaları Heyu'yü önünde durduğu umutsuzluk çukuruna iten sağlam bir tekme olmuştu. Yıllar geçse de bu sevgisizliğe alışmakta hâlâ zorlanıyordu. En azından bir mesaj almaya hakkı olduğunu düşünmeden edemedi ancak bu gibi düşüncelerin nihayetinde yalnızca kendi etine batan ve yalnızca kendi kalbini acıtan hançerler doğurduğunun farkındaydı ve kendini daha fazla kan içinde bırakmak istemiyordu. Böylece umursamamayı seçti.
İş dışında hiçbir şey düşünmemeye çalışıyor ancak yine de Xie Qingcheng'in ince bileğine bir ağacın güçlü gövdesine tutunup büyük bir bağlılıkla onu kuşatan bir sarmaşık gibi dolanmış olan o ince zinciri zihninden atamıyordu.
Heyu o bilekliği Xie Qingcheng'e hediye edeli o kadar uzun zaman olmuştu ki o bile zaman zaman bilekliğin neye benzediğini unutuyordu. O gün onu Xie Qingcheng'in bileğinde görmeyi hayal bile edemezdi. Ruhu büyük bir karmaşanın ortasında esir düşmüş olsa da o anı hatırladıkça tüm zihni bocalıyordu. O zamanlar Xie Qingcheng'in ondan iğrendiğini duymuş ve bu zamana kadar buna inanmıştı ama yine de hangi türden bir insanın iğrendiği birinden gelen hediyeyi hâlâ üzerinde taşıyacağını hatta o kişinin özel biri olduğunu söyleyeceğini bilemedi. Tüm yolları birbirine girmiş zihninde, doğrular ve yanlışlar birbirlerinin çıkışlarını kesiyordu. Heyu baş ağrısı içinde yorganı gözlerinin üzerine kadar çekti ve aldığı uyku ilacının bir an önce etkisini göstermesi için onu unutan tanrıya dua etmeye başladı.
****
"Heyu, bir kız arkadaşın mı var?"
"Hayır, baba."
"O halde neden böyle bir hediye istediğini sorabilir miyim?"
"Sadece özel biri, öyle bir ilişkimiz yok."
"Öyle bir ilişkin olmayan birine vermek etmek için çok pahalı bir hediye değil mi?"
"Bir kız arkadaştan çok daha değerli biri. Asıl yalnzıca kız arkadaşım için sizden böyle bir şey isteseydim yazık olurdu."
"Peki o hâlde, al bakalım."
******
"Xie Ge."
"Heyu."
İkisi de neredeyse aynı anda konuştuğunda Xie Qingcheng minik bir gülümseme ile ilk sırayı Heyu'ye vermişti. Ancak bugün Xie Qingcheng'in doğum günüydü ve Heyu bugün Xie Qingcheng'in hiçbir konuda arka planda kalmasını istemiyordu. Daha büyük bir gülümseme ile Xie Qingcheng'in şeftali çiçeği gözlerine baktı, sudan daha yumuşak sesiyle söze başladığında Xie Qingcheng'in kalbinde sayısız çiçek açmıştı.
"Xie Ge, lütfen ilk sen söyle."
Xie Qingcheng Heyu'den gelen bu kırılgan rica karşısında direnmeye çalışmadı ve işi bitmiş ders kitaplarını kapatırken biraz çekingen bir tavırla konuşmaya başladı. Artık Heyu'ye bakamıyordu.
"Heyu... Bugün herhangi bir işin var mı?"
Heyu'nün gözleri şaşkınlık içinde genişlerken kalbindeki bir kuşun heyecan içinde çırpındığını hissetti, Xie Qingcheng'e sormak istediği soru buydu. Ancak Xie Qingcheng'in ona böyle bir soru sormasını beklemiyordu. Heyu, büyük bir hevesle dalgalı saçlarının havaya uçuşmasına neden olacak kadar hızlı bir şekilde başını salladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ode on a grecian urn
General FictionMutluluk kadehini boşaltıp da kırmadan Yüzü buruşturmadan hep içmeyi beklemek Ne tadına doyulmaz ne vazgeçilmez emek! Var öpme o dudağı; kapanmasın gülüşün. Kalb böyle çarparsa, Biter ömür bir günde, düşün, Duracaksın hep böyle, alımlı, zorlu, sıca...