Heyu, o gece Xie Qingcheng'e hiçbir şey sormadı. Xie Qingcheng, o gece Heyu'ye hiçbir şey anlatmadı.
Bedenleri bir puzzle parçası gibi birbirine tutundu ve bırakmayı reddetti.
Hiçbir şey sormadan ve hiçbir şey anlatmadan birbirlerine karışmış olan bedenlerden biri sürekli titriyor ve diğeri onu daha sıkı tutuyordu.Artık hiç kimse hangi ruhun hangi bedene ait olduğunu söyleyemezdi. Çoktan birbirlerine sindiklerinde yıllar önce bedenlerini terk eden bir his ikisini de en ufak zerresine kadar kuşattı ve onlara ölümcül bir hastalığın şifasını sundu.
Nihayet durmadan kanayan yaranın nedeni ortadaydı. Şimdi yapmaları gereken durup yaranın kabuk bağlamasını ve hasarlı bir derinin yaranın üzerini yeniden kaplamasını beklemekti. Ondan sonra ikisini de kana bulayan o acıdan sıyrılabilirlerdi, işte o zaman yeniden konuşmak için bir araya gelip bir şeyler söyleyebilirlerdi. Ancak o gece değildi.
Her ikisi de yer ve gök arasında savrulup giden ruhlar kadar sessiz olmalıydı. Geceyi süsleyen yıldızlar ve ağaçların dallarında uç veren çiçekler bile duymamalıydı o hıçkırık ve fısıltıları.
Her ikisi de yalnızca birbirine daha çok sokulup daha fazla güç bulmalıydı.
O gece sessiz sedasız ayrılmak her iki acının da ortak kararıydı.
Heyu, eve geldiğinde kalbinde minicik bir duygu tanesi hissedecek gücü kaybetmişti. Uyumak istedi, uyuyup her şeyi unutmak ve her şeyin yorucu bir rüya olduğuna inanmak, ancak uyuyamadı. Bedeni yatağın üzerine neredeyse ölü gibi çökmüştü ve hareket edemiyordu. Hâlâ kulaklarında yankılanan sözleri algılayamıyordu. Sözler Heyu'nün sıkı sıkıya bağlandığı o çürük inanç için o kadar ağırdı ki vücudunun o ağırlık altında her nefeste paramparça olduğunu hissetti. Saatler önce kollarını ısıtan gözyaşları şimdi tüm ruhunu tutuşturan koca bir vicdan azabına dönüşmüştü.
Xie Qingcheng'in kollarının arasında titreyen bedenini hatırladıkça binlerce küçük hançerin kalbini lime lime ettiğini hissediyordu. Xie Qingcheng'in, yüzünü ıslatan gözyaşları şimdi Heyu'nün cehennemi olmuştu.
Burnunun tam ucunda ona nefes bile aldırmayan bir sızı hissetti ve gece boyu Xie Qingcheng'in zayıf bedenini saran kollarını kendi bedenine doladı. Tam da o an gözlerinden süzülen birkaç damla yaşı tutamadı, göğsü hıçkırıklar içinde ağlayamayacak kadar ağırdı.
Xie Qingcheng'e yaptığı haksızlık acı çekip kurtulmasına bile izin vermiyordu. Boğazından kesik bir inilti duyuldu ancak devamı gelmedi, Heyu dizlerini göğsüne doğru çekti ve yüzünü yastığa gömdü. Hissettiği kalp ağrısından iyice küçülerek, yok olarak kurtulmaya çalıştı ancak nafileydi, Heyu geçen onca yılın üzerinden Xie Qingcheng'e beslediği ne kadar nefret varsa hepsini kendi ruhuna çevirdi. Xie Qingcheng'in yüzünü, kokusunu, dokunuşunu hatırlamayı bile hak etmiyordu.
"Yapayalnızdım..."
Xie Qingcheng, böyle demişti.
Haklıydı.
Heyu o an tamamen kaybolduğunu hissetti.
Xie Qingcheng tüm bu acıları çekerken yanında olamamıştı. Xie Qingcheng, giderken aklından ne geçtiğini bilemezdi ancak Heyu, o an bunun kendi iyiliği için olduğunu anlamıştı.
Xie Qingcheng, onu tüm bunlardan uzak tutmak istedi. Ancak o aşık olduğunu iddia ettiği adamı hiç tanımıyormuş gibi, öylesine sarf edilen birkaç kelimeye ikna olup ellerinden kayıp giden her gün için Xie Qingcheng'e lanetler savurmuştu. Ondan nefret etmiş ve berbat bir hayat yaşıyor olması için tanrıya dua etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ode on a grecian urn
General FictionMutluluk kadehini boşaltıp da kırmadan Yüzü buruşturmadan hep içmeyi beklemek Ne tadına doyulmaz ne vazgeçilmez emek! Var öpme o dudağı; kapanmasın gülüşün. Kalb böyle çarparsa, Biter ömür bir günde, düşün, Duracaksın hep böyle, alımlı, zorlu, sıca...