"Amcam geldi baba!" Berze'nin çığlığı tüm konağı inletirken aile bireyleriyle birlikte tüm çalışanlar da avluya çıkmışlardı. Küçük kız koşa koşa amcasının yanına geldi ve bacağına sarıldı. Fırat, Berze'yi kucağına alıp yanaklarından öptü."Beni bu kadar mı özledin cimcime?"
Berze kısa kollarını amcasının boynuna doladı. "Gideceğini söylediğinden beridir özlemeye başladım ben amca seni."
Dicle haklıydı, az kalsın ailesini arkada bırakıp gidecekti Fırat. Onu bu kadar severlerken gitme fikri tamamen bencillikten başka bir şey değildi.
"Buradayım biriciğim, gitmeyeceğim bir yere."
"Söz mü amca?"
Fırat gülerek yeğeninin saçlarından öptü. "Söz amcam söz."
"Yumruğumun tadına bakmamak için bir bahane üretmelisin Fırat Ağa." Ferhat eşiyle birlikte kardeşine doğru yürüdü.
Fırat, "Bahaneye üretmeyeceğim Ferhat Ağa, canın sağ olsun. Yüzümde çürütmediğin yer kalmasın." dedi. Berze'yi yere yavaşça bırakırken ağabeyinin açtığı kolların arasına girdi. Ferhat sımsıkı sarılırken, Dicle'nin sözünün yerine getirmesinden hoşnut duydu. Gerçekten de dediğini yapıp Fırat'ın gitmesine engel olmuştu.
"Bir parçam benden gidecek diye korktum Fırat. Bir daha böyle ani ve fevri kararlar verme. Yoksa yaşatmam seni." Diyerek kardeşinin sırtına eliyle vurdu.
Vuruştan etkilenmeyen Fırat yine de yalandan acıyla inledi. "Başına bela olmaya devam edeceğim ağam. Bakalım bundan sonra şu an söylediklerini tekrarlayacak mısın?"
Ferhat gözlerini kıstı. "Kumpascıya koz verdik desene şuna."
"Tam da üzerine bastın." Fırat göz kırparkerken İsmail Ağa ağır ağır avlunun ortasına geldi. Oğluna oldukça kızgındı fakat bir yandan da gitmediği için mutluydu. Üniversite zamanında ayrı kaldığı yeterken bir anda gideceğini söylemesi tansiyonunu düşürmüştü.
Sert tavrından ödün vermezken oğlu elini öpmek için müsaade istedi. İsmail Ağa başta ne kadar kızgın olsa da kıyamayıp elini uzattı oğluna. Fırat bu hareketten cesaret alarak babasının elini öptü ve ona sarıldı.
"Bir daha gideceğini söylersen yemin olsun seni şu avluya gömerim oğul."
"Yeter artık, oğluma etmediğiniz tehdit kalmadı." Diyerek araya girdi Hevi Hanım. Oğluna sarılmak için öne atıldı ve karşılık buldu.
"Beni bir de tek sen kurtarabilirsin bu ağaların pençelerinden Hevi Hanım." Diyerek annesine sokuldu genç adam.
Evin ağabeyine bakıyordu fakat sarılmak için bir atak yapmamıştı. Fırat bu alınganlığın nedenini elbette ki biliyordu.
Genç adam gitmekten neden vazgeçtiğini ev halkına anlatırken Dicle konusunu şimdiden açmayayı tercih etti. Ailesiyle bir müddet oturduktan sonra kendisine sarılmayan Evin'in odasına doğru gitti. Kapıyı çalarken içerden sesin gelmesiyle kapı kolunu çevirdi. Kız kardeşi yatağında bağdaş kurup oturur vaziyette kitabını okuyordu.
"Kız kardeşim beni özlemedi mi?" Diyerek şirinlik yapıp yanına tünedi Fırat.
"Bir kadın uğruna, özellikle de nişanlı bir kadın uğruna evden gidecek kadar gözü dönüp arkasına dahi bakmadan giden ağabeyimi mi özleyeceğim?"
Fırat bu tavırla karşı karşıya kalacağından emindi. Evin onu şaşırtmamıştı. "Nişanlı değilmiş, yalan söylemiş bize."
Evin üzerinde Atatürk'ün resminin basılı olduğu ayracı kitapta kaldığı yere bırakıp ağabeyine döndü. "Nasıl nişanlı değilmiş? Parmağında gözle görünür vaziyette yüzüğü vardı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEZOPOTAMYA'NIN ÇÖKÜŞÜ (TÖRE)
RomanceFırat ve Dicle'nin buluştuğu nokta; Mezopotamya. Kurak toprakların hışırtılı rüzgarları iki gencin yüreklerine soğuk yeller estirirken Mardin'in doğan güneşine gülüşünü sığdırırken kadın, akşam soğununu aydınlatan ışık ise adamın gözlerini bir ay g...