sekiz

274 38 23
                                    

hueningkai gözlerini açtığında sabah güneşi yatağına vurmuş, beraberinde dayanılmaz bir sıcaklık getirmişti içeriye. sızlanarak yatakta döndü biraz. kalkmak istemiyordu ama tenine temas eden çarşaf bedenini yakıyor ve daha da terlemesine sebep oluyordu.

dağınık saçlarını karıştırarak yatakta oturur pozisyona geldi. uykulu gözlerini ovuşturduktan sonra ise yatakta yavaş ve sağlam olmayan adımlarla kalkıp kapısına yöneldi.

bugün pazar günüydü. okul yoktu, olsa da gitmezdi zaten. üzerinde bir ölü ağırlığı vardı. gözleri yarı açık bir şekilde lavaboya geçip yüzünü defalarca yıkadı, kendine gelene kadar. daha sonra ellerini lavabonun iki kenarına yaslayıp aynaya baktı. gözleri kısılmış, saçları dağılmış ve göz altları morarmaya başlamıştı, dün doğru düzgün uyuyamamıştı bile.

bütün ilişkileri berbat bir haldeyken derince iç geçirdi. gözleri hâlâ aynadaki yansımasında dolaşıyordu. yeojin'e üç gündür doğru düzgün cevap bile vermiyordu, arkadaş ortamından uzaklaşmış, soobin'in yüzünü görmez olmuştu. ailesi ise her zamanki gibiydi işte, yemekten yemeğe birbirlerini görürlerdi.

kız kardeşi kapıyı tıklayıp kahvaltının hazır olduğunun haberini verdiğinde hueningkai toparlanıp yüzünü kuruladı ve kilitlediği kapıyı açtı.

kızarmış ekmek kokusu bütün evi sarmıştı ve kahve kokusuyla birlikte burnuna doluyordu. bir anlık huzurla gözlerini yumdu ve mutfağa ilerledi.

abisi ve babası çoktan masaya oturmuş ve yemeğe başlamışlardı. annesi bardakları getiriyor, kardeşi ise kendi kahvesiyle masaya oturuyordu. böyleydi işte onun ailesi, bazen kelimeleri ağızlarından cımbızla alınır, bazen de boş konuşup susmak bilmezlerdi.

"deneme sonucunu gördüm." dedi annesi kız kardeşine bakarak. duygusuz bir bakıştı bu. sabah sabah bu konuyu açmak zorunda mıydılar gerçekten?

"midem bulandı, odaklanamadım." dedi kardeşi kafasını öne eğip.

hueningkai ise çatalını eline alıp bir lokma atarken ağzına, kardeşini savunmak için konuştu: "elinden geleni yapıyor." onu da kendini ezdikleri gibi ezmelerini istemiyordu. kız kardeşi ise gözlerindeki mutlulukla abisine baktığında yüzünde mimik oynamıyordu, ama hueningkai anlardı onu.

"asıl sana sormalı." dedi bu sefer babası. hafif göbekli, saçlarına ak düşmeye başlamış, yüzü ise rahatsız edici derecede duygusuzdu. hueningkai de onu sevmezdi zaten.

"kız düşünmekten dersi düşündüğü mü var sanki." deyip içten içten güldü abisi. bir yandan da tabağındaki yumurtayı çatallıyordu.

"ne kızı?" dedi babası sağ elindeki bıçağı tabağın yanına bırakırken. hueningkai'nin ise açılan konuyla, çiğnemesi yavaşlamış, gözleri sofradaki yiyeceklere çevrilmişti göz teması kurmamak için.

"sevgili yapmış." dedi abisi, gülerek küçük kardeşine bakarken. arkasına yaslanmış ve gözlerinin önüne düşen sarıya çalan saçlarını geriye yatırmıştı.

"bizim neden haberimiz yok?" dedi babası masada hueningkai'ye doğru eğilirken. annesi ise irite edici hareketleriyle olaya atlamıştı. "tanıştırsana bizi." diye neşeyle konuştu.

hueningkai elini yumruk şeklinde ağzına götürüp boğazını temizledi, ardından elini ensesindeki saçlara götürüp okşarken sessizce konuştu: "gerek yok."

kız kardeşi tabağına dokunmamış, meraklı gözlerle ailesini izliyordu. olaylara pek dahil olmayı sevmezdi zaten.

"neden?" dedi babası. yüzündeki sırıtış silinmiş, kaşları havalanmıştı. yüzüne yine o korkunç ifade yerleştiğinde yutkundu hueningkai.

"istemiyorum." dedi fazla düşünmeden. istemiyordu, hiçbir şey hissetmediği kızı sevgilisi olarak bu garip aileye tanıtamazdı. tanıtsa bile muhtemelen arkasına bakmadan kaçardı.

"ben doydum." dedi hueningkai yanındaki peçeteyle ağzını silerken. masada bir sessizlik olmuştu, ortamın gerginliği hissedilebiliyordu.

tabağını alıp tezgaha götürürken zihninde canlandı anılar, tekrardan. birkaç hafta önce tam burada, bu mutfakta beraberlerdi onunla. tezgahta ikisine kahve yaparken soobin'in beline doladığı ellerinin çıplak tenindeki hissiyatı, boynuna değen dudakları ve güzel şampuan kokusu... şimdi ise hiçbir şey kalmamıştı, o soobin'i terk etmişti.

başını sallayarak kafasındakileri dağıttı, daha sonra porselen tabağı tezgaha bırakıp arkasına dönmeden konuştu, "bizimkilere geçiyorum." başka gidebileceği bir yer yoktu, başka kimsesi yoktu.

"hâlâ görüşüyor musun onlarla?" dedi annesi memnuniyetsizce.

"evet anne, hâlâ görüşüyorum." daha sonra abisinin kıkırtısı duyulmuştu. nefret ediyordu bundan. derin bir iç çekip gözlerini yumdu kai, abisi cidden dayanılmaz bir oğlandı.

"soobin'le de mi?" dedi sarışın oğlan.

"hm hm." diye başından savdı kai. daha sonra sofraya bakmadan mutfak kapısına ilerlemeye başladı.

"ne o, ibne mi olacaksın sen de başımıza?" mutfaktan çıkan adımları aniden durdu. gülüyorlardı, komik miydi onlar için? kafasını omzunun arkasından çevirip masadaki aile üyelerine baktı. kız kardeşi dışında herkes gülüşüyordu.

'daha fazla dayanamayacağım.' dedi kai içinden. sinirle nefes verip titreyen dudaklarını bastırdı. üzerini bile değiştirmeden kapıdan çıkıp gitti.

dünya gerçekten adaletsizdi. onlar bütün günahları, kirli zihniyetleri ile kendilerinin doğru olduğunu düşünürken, birbirini seven iki insanın aynı cinste olması onları günahkâr mı yapıyordu?

 onlar bütün günahları, kirli zihniyetleri ile kendilerinin doğru olduğunu düşünürken, birbirini seven iki insanın aynı cinste olması onları günahkâr mı yapıyordu?

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

xox

meraba nasilsiniz beni gordunuz daha iyi oldunuz

amnestyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin