uzun öpüşlerle dolu gece, ikisinin de uyuyakalmasıyla son bulmuştu. soobin yaşadığı her şeyi, duyduğu her acıyı o gece zihnindeki karanlık bir odaya kapatmıştı. uzun zaman sonra ilk defa kalbinin sesini dinlemiş, o ses ise onu kai'ye götürmüştü, çocukluk aşkına.
soobin odaya vuran güneş ışığından dolayı yüzünü buruşturduğunda ifadesi rahatsız olduğunu belirten bir ifade aldı. gözlerini ovuşturarak açtı ve gözlerini tavana dikti. hemen yan odasından gelen kızartma kokusu gülümsemesini sağlarken aynı hızla sönmüştü gülüşü, yanındaki boşluğu fark edince.
o yoktu. ellerinin üzerinde oturur pozisyona geldiğinde gece koltuğa çıkardığı kıyafetlerin olduğu yere baktı, kıyafetleri de yoktu. aniden ayağa kalkınca gözleri kararmış ve başı dönmüş olsa da ilerleyip mutfağa baktı. yeonjun tezgahın önünde patates kızartıyor, beomgyu ise tezgaha oturmuş bir yandan elindeki meyveyi yiyor bir yandan da televizyon izliyordu.
koridorun ilerisindeki odalara bakmak için kapının eşiğinden ayrıldı ve ilerledi. açık olan tuvalet ışığını görünce uykulu gözlerle içeriye baktı. taehyun'du, yüzünü yıkıyordu.
tekrar mutfağa doğru gidip yüzündeki tedirgin ifadeyi sildi ve uykulu yüzüyle içerideki iki oğlana yaklaştı. "hueningkai yok mu?" sesi de tıpkı yüz ifadesinde olduğu gibi uykulu ve olduğundan kalın çıkmıştı.
"o sabah erkenden çıktı ya, bir işi varmış." soobin kaşlarını çatarak yanıt verdiğinde geçirdi içinden: ne işi olabilir ki bu kadar acil?
"bir şey diyemeden aceleyle çıktı zaten." yeonjun elindeki dolu kızartma tabağıyla soobin'e doğru döndü. iştah açan kokusu bütün odayı sarmış, görüntüsü ise daha da acıktırmıştı karnını.
"kahvaltıdan sonra çıkarım ben de." dedi soobin duvara dayalı masaya otururken. bütün tadını kaçırmıştı hueningkai'nin habersiz gidişi. dün yaşadığı şeyler gerçek duyguları değil miydi? ama o söz vermişti, soobin de inanmıştı.
"benim de makale yazmam lazım zaten." dedi yeonjun kızartmadan bir çatal alırken. arkadan taehyun da gelmiş ve soobin'in karşısındaki boş sandalyeye oturmuştu.
bol muhabbetli bir kahvaltıdan sonra bulaşıklara yardım etmiş ve teker teker ayrılmışlardı. daha fazla rahatsızlığa gerek yoktu. zaten bütün gece beomgyu ve taehyun'u klozetin başında kusması için beklemişlerdi.
soobin'in evi yeonjun'un evine uzak sayılırdı. otobüsle yarım saat sürüyordu ki otobüsteki yoğunluğa katlanacak bir ruh halinde olmadığından yürümeyi tercih etmişti. yol sabah serinliği ve kapalı havanın getirdiği rüzgar yüzünden bütün yolu eli cebinde, burnu kızarık bir şekilde yürümüştü. aramamıştı hueningkai'yi. bu sefer ona gelmesi gereken kai'ydi.
eve yaklaştığında pürüzlü duvarlarda, çöpün yanında duran sokak kedilerinde ve yerdeki tuğlalarda gezdirdi gözlerini. dalgın bir şekilde, yere bakarak yürüyordu yolda. evi bir ara sokakta, çok da basık ve tenha olmayan bir yoldaydı.
evinin olduğu ara sokağa döndüğünde elini arka cebine atıp anahtarı aldı. gözünü yine açık unuttuğu penceresinden ayırıp apartman kapısına baktığında eşikteki mermere oturmuş bir oğlan görmeyi beklemiyordu tabii.
hueningkai, soobin'in görüş açısına girmesiyle bir süredir oturduğu yerden kalkıp arkasını silkeledi. küçük burnu kızarmış, oturduğu mermer dolayısıyla üşümüştü.
" neden bekliyorsun burada?" dedi soobin. şaşkınlığı yüz ifadesinden ve ses tonundan okunuyordu.
" seni bekliyorum." dedi diğeri ise, beklenti dolu gözlerle. soobin apartman kapısına anahtarı geçirirken bile onu izledi gözleri.
"üşüteceksin, arasan söylerdim sana."
"yüz yüze konuşmak istedim." kai de açılan kapıdan içeri girdi ve soobin'i takip etti.
"bana kız arkadaşımdan ayrılmamı söylemiştin." soobin'in adımları yavaşlarken kai de ona ayak uydurdu. "ayrıldım."
sessizce yutkundu kapının önünde duran genç oğlan. bu yüzden mi çıkmıştı erkenden, hiçbir haber vermeden?
"dün sana söz vermiştim, gün ağardığında yeni bir sayfa açacaktık." soobin evin kapısını açarken hueningkai devam etti: bugün, tekrardan yaşadığımı hissettiğim ama eskilerinden çok daha farklı bir gün.
soobin düğümlenen boğazıyla arkasına döndüğünde bir çift kızarmış göz, sanki bu anı beklermişçesine bulmuştu kendi gözlerini.
"gittin sandım." dedi soobin. ağlamamak için tuttuğu gözyaşları boğazında ağrıya sebep olurken sesi çatallı çıkmıştı.
"gitmedim, artık hep buradayım." gözlerinden akan yaşı hızlıca silip yere baktı. göz teması kurarken konuşmak, yolda gelirken düşündüğü kadar da kolay değildi.
"ve eğer," yutkundu. ",yatağının sol tarafı hâlâ boş ise, beni içeri alır mısın?" gözlerini yumruk yaptığı eliyle silip kafasını kaldırınca soobin'in de yanağındaki ıslaklığı fark etti.
"biliyorum çok aptaldım ama bana bir şans daha verirsen..."
sözleri, dudaklarına kapanan bir diğer dudak ile kesildi. yüzünde uzun zamandır belirmeyen bir gülümseme oluştu. apartmanın sensörlü ışığı söndü, fakat iki dudak devam etti birbirine tutunmaya.
hueningkai'nin yanağını tutan eller, sanki ihtimali varmış gibi daha da yaklaştırırken bedenini, hueningkai de boşta duran ellerini soobin'in boynuna doladı.
adımları evi bulduğunda kapı sertçe kapandı arkalarından. dudaklarını birbirinden ayırmadan soobinin odasına geçtiler.
ikisi de yatağa uzandığında birbirlerinden ayrılı sırtüstü yattılar. hueningkai'nin kafasının altında olan soobin'in kolu, kıvrılıp bedeni kendi göğsüne çekti. hueningkai ise soobin'in kalp atışlarını duyarken gözlerini kapattı. sonsuza kadar durabilirdi burada.
aralarındaki sessizlik konuştu bir süre. söylenilmeyen kelimelerdeki duygular bütün odada yankılanıyordu. bu sessizlik, gürültülü bir sessizlik değildi. içinde gözyaşları ve kırgınlıklar yoktu. yalnızca öpüşler, birbirini sarmalayan kollar ve iki oğlan vardı.
hueningkai bi süredir saklandığı geniş omuzdan ayrılıp kafasını yukarı kaldırdı. dudakları ancak boynuna ulaşabildiğinde durdu ve bulunduğu yere ardı arkasına öpücükler bırakmaya başladı. az önce ikisinin de soğuktan titreyen bedeni, şimdi yanıyor, ter döküyordu.
soobin yana dönüp hueningkai'yi yatakla kendi arasında bıraktığında dudakları yukarıya kıvrıldı. bambaşka bir histi bu, öncekilerden kesinlikle farklıydı.
elleri altındaki oğlanın tişörtünün uçlarına dokunduğunda, onun da desteğiyle sıyırdı bedeninden.
soobin birkaç gün önce zihnini meşgul eden kötü düşüncelerinden birer birer ayrıldı. bedenleri ve dudakları birbirine karışırken sesleri de odayı doldurmuş, belki de açık unutulmuş pencereden dışarıya kadar çıkmıştı.
ikisi, sokağın bir köşesinde, yıkıntıların arasından buldukları bir taşla oynayan iki çocuk gibiydi. hayatın onları sınayacağı, karşılarına çıkaracağı ve "ölmek istiyorum." dedirtecek sorunların hepsinden bihaberlerdi. çünkü soobin tıpkı şu anda yaptığı gibi kai'yi öptükçe ve hueningkai soobin'e sarıldıkça bu şekilde, onlar her zaman sokağın köşesindeki iki oğlan olacaklardı.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.