Bölüm XV: Kamp

39 11 0
                                    

Dersten sonra bir süre, duş alırken, yemek yerken, egzersiz yaparken, düşündüğüm tek şey görevde yanıma kimi alacağımdı. Laura'yı alacaktım. Derslerdeki başarısı onu öne çıkarıyordu. Başka takımda olup zorbalığa uğramaması için kendi takımıma almalıydım. Ayrıca o benim yakın arkadaşımdı. Asher'ın da derslerdeki başarısı ve Kristal Prens olarak bilinmesi onu tehlikeye sokuyordu. Bir de aylar önce farkında olmadan aldığı tehdit vardı tabii. Herkes onu yazabilir belki de sırf ona zarar vermek için seçebilirdi. Şu an sadece bir kişiyi daha seçmem gerekiyordu.

Tehlikeli yaratıklar dersinden illüzyoncu çocuğu alabilirdim. Ama ona güveniyor muydum? Bu konuda açığı doldurabilecek tek kişi olarak aklıma Timur geliyordu. Farklı elementler bizi güçlü kılabilirdi. Ancak onu seçemezdim. Jace'i seçmek en doğrusu olacaktı. O Asher'ın en yakın arkadaşıydı. Onu korumak için elinden geleni yapacağına eminimdim. Ayrıca ona güveniyordum.

Ertesi gün tehlikeli yaratıklar dersine girdim ve boş yerlerden birine oturdum. Yanıma her zamanki gibi Martin oturdu. Baştan ayağa siyah giyinmiş gizemli bir havası vardı. Koyu siyah saçları kapüşonunun önünden dağınık bir şekilde çıkmıştı. Hasta görünecek kadar beyaz olan teninin üzerindeki siyah gözleri ise voodoo bebeğinin gözleri gibi, yüzüne düğme işlenmiş gibi, görünüyordu. Düzgün bir burnu orta ince denemeyecek kadar kalın pembe renkli dudakları vardı. İnce ve kaslı bir yapıya sahipti. İllüzyon halkının soylu ailelerinden olan Sørloth'dan olması onu değerli kılan en önemli şeydi. Hava Krallığının çöküşünden beri Hava krallığının alt krallıklarını yönetiyordu İllüzyon Krallığı. Bunu yaparken de en büyük yardımı Sørloth ailesinden alıyordu. Martin krallığında oldukça önemli biri olmasına rağmen oldukça sessiz ve içine kapanık biriydi. Bunun dışında onda daha güçlü hissettiğim şey güçtü.

"Tam olarak hangi konuda kalmıştık, Aida?"

"Sana da merhaba Martin. Sanırım sirenlerde kaldık." Bana göz ucuyla bakıp tabletinden konuyu açıp ekranda bir süre göz gezdirdi.

"Merhaba." dediğinde afallamıştım. Önce etrafa baktım. Üzerime mi alınmalıydım yoksa başkasına mı demişti? Etrafta konuştuğu kimseyi görmeyince bana dediğini anlamıştım.

"Ah, çok düşünmüş olmalısın. Selamlaşmak için seni bu kadar zorlamak istemem Martin."

"Çok şakacısın. Yalnızca odaklanmıştım. Sosyal değilim diye sosyal becerilerim de yok değil ya." diye sitem etti.

"Peki peki, sınırlarını zorlamayacağım daha fazla. İstersen diyalog kurmayabiliriz." dedim insaflıca. Onu sürekli zorla konuşturamazdım.

"Akademinin başından beri yan yana oturuyoruz neredeyse. Sana alıştım bu yüzden konuşabiliriz bu konuda sorun yok. Ayrıca sen de sosyal biri değilsin. Sayılı birkaç kişi dışında kimseyle konuşmuyorsun."

"Bu kalbimi biraz kırdı ama bu konuda senden daha iyi olmam beni motive ediyor." dediğimde güldü ve kafasını iki yana salladı.

Dersten sonra dolaşmak için ormana gittiğimde hava henüz aydınlıktı. Ormanda bir kaç kişi vardı. Birkaç sevgili ve meraklı insan. Kızıl Şeytan'ın burada olduğunu, ormanda saklandığını düşünen birkaç insan. Biraz oyalandıktan sonra kulaklığıma bir mesaj geldi.

"Yanıma gel." Lucas amcam yanına gelmemi isteyip nerede olduğunu söylememişti. Herhalde kalan kısmı ben tahmin edecektim. Mesaj attım.

"Neredesin?"

"Hastanede." Hastaneye doğru yürümeye başladım. Hastaneye vardığımda içeri girip asansöre bindim. 18. Katı tuşlayıp asansörün yükselmesini bekledim. Sürekli duruyordu. Durması pek mühim değildi ancak 7. Katta tanıdık bir yüz bindi asansöre. Laura. Gülümsedim. "Neden buradasın, bir şey mi oldu?" Derken 15. Katı tuşladı.

Aradia LanetiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin