Gözlerimi kapatıyorum. Hayal ettiğim, yapmak istediğim şey oluşumunu tamamladığım kristal. Kırmızı olmasına gerek yok. Çok güçsüz olmasın yeter. Yaptıklarım ne kadar şeffaf olsa da güçlü görünüyor ama henüz yeterli değil.
Kristal renklerine göre güçlü ya da güçsüz olabiliyordu. En güçsüzü elbette şeffaftı. En güçlüsü ise kırmızı. Diğer renkleri tam olarak bilmiyordum ama şu an Kristal'de en güçlüsü Kraliçe'nin kullandığı altın kristaldi.
Bugün son bir kez daha denemem gerek. Ay ışığında orman ne kadar tehlikeli olsa da denemeye değer.
Odaklan! Odaklan! Odaklan!
Gözlerimi açtığımda gördüğüm şey şeffaf kristal parçalarıydı. Çok geç kaldım. Artık eve dönsem çok daha iyi olacaktı. Ceketimi giyip çantamı omzuma aldım. Fenerimi yakıp eve doğru yürümeye başladım. Eğer karşıma yabani bir hayvan çıkarsa yapabileceğim tek şey yükselmekti. Eve yükselerek gidecek gücüm yoktu. Tek umudum önüme hiçbir şey çıkmadan eve ulaşabilmekti.
Biraz yürüdükten sonra bir ses duydum. Bir hışırtı. Dikkatlice etrafıma baktım. Kulak kesildim. Yükselmeli miydim? Biraz daha dinledim sesler yaklaşıyordu. Sese döndüm. Biraz bekledim her an yükselmeye hazırdım. Karşımdaki ağaçlar diğer taraftan gelen ışıkla aydınlanıyordu. Lucas amcam yaklaştığında biraz rahatladım.
"Sana hava kararmadan gel demiştim." Biraz öfkeliydi. Derin bir nefes aldım.
"Üzgünüm. Odaklanırken gözlerimi kapatıyorum. Biraz tüyo vermen gerektiğini söyledim." Ona doğru yürüdüm ve beraber eve gittik.
Yaklaşık 5 yaşımdan beri onunla yaşıyorum. Şu an insanlardan uzak, ıssız, yıllar önce yıkılan Hava Krallığından kalma, bir yerde kalıyorduk.
15 yaşıma henüz geldim. Lucas amcamın dediğine göre yaşıtlarım çoktan kristalini olgunlaştırmıştı. Geç olgunlaşmasının neye alamet olduğunu ikimizde bilmiyorduk. Ama biraz daha olgunlaşmazsa ya yorgunluktan ölecek ya da delirecektim. İlk seçeneği tercih ederdim.
Ahşap bir kulübede yaşıyorduk. Bunun tek iyi yanı ormanın güvenli bölgesinde olmasıydı. Biraz ilerisinde göl bile vardı.
İçeri girmeden önce Lucas amcam durdu. "Biliyorum bu konuda endişelisin. Ama inan bana olgunlaşması için elimden hiçbir şey gelmiyor. Elimden gelen tek şey vücudunu olgunlaştırmak. Neden burada olduğunu hâlâ hatırlıyorsun değil mi?" Başımla onayladım. "Kendini çok yormamalısın. Dinlenmeye ihtiyacın var. Yarın şifalı bitkiler üzerinde çalışalım. Olur mu?" İstemeye istemeye onayladım. Kötü olduğum bir şeyi neden yapmak isteyim ki? Bitkilerin hepsi birbirine benziyordu. Üstelik aynı bitkilerin saçma sapan sebeplerden isimleri bile farklıydı.
İçeri girdik.
"Akşam yemeğinde ne var?"
"Balık kızartacaktım ama ormanda haylaz bir çocuğu kaybettim. Bu gece aç uyumayı hak ediyor ancak o kadar çok çalışıyor ki tok uyumayı da hak ediyor." Derin bir nefes aldı. "Biraz yardım edersen ateş yakıp pişiririm."
"Olur." dedim. Sabahtan beri bir şey yemediğimden kurt gibi açtım. İçerden balıkları çıkarıp kulübenin önündeki her zaman ateş yaktığımız mangala götürdüm. Izgaraya dizip üzerine biraz tuz attım. Hazırladığım ızgarayı kenara koyup ateşin yanmasını izledim.
"Renk yok değil mi?" dedi ateşi izlerken."Malesef, ne kadar çabalarsam çabalayım bir türlü olmuyor. Eskisi gibi kırılgan değil. Sağlamlığında gelişme var ama bir türlü renk veremiyorum." Kafasını beni anladığını belirtircesine salladı.
"Bunun için bir şeyler düşüneceğim ama elimden ne gelir bilmiyorum."
Balıklar hazır olduğunda masaya geçip yemeye koyulduk. Ama uzun zamandır aklımı kurcalayan şeyler vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aradia Laneti
FantasyŞeytan Aradia, dünyaya indiğinde henüz ne büyü vardı ne de sihir. İnsanlık elementleri kontrol ediyor ve bununla gurur duyuyordu. Yalnız bir gurup vardı ki ne element kullanıyor ne de şifa yapabiliyordu. Aradia onlara büyüyü ve sihri öğretti. Elemen...