.11 | acıyla gülümseme

119 20 53
                                    

Izuku, sadece sevdiği çocuğu kontrol etmek istemişti. Sonuçta daha bugün başına aldığı darbe yüzünden bayılmış ve kaç ders revirde yatmıştı. Büyük ihtimalle Kacchan ona bağıracak, birkaç ufak patlama yollayacak ve kapısının önünden kovacaktı. Ama her şeye rağmen Kacchan'ın iyi olduğunu görmek bunlara değerdi.

Kacchan'ın kapısını tıklatıp beklemeye koyuldu. Bir an önce sarışın çocuğun sinirli bir şekilde kapıda belirmesini bekliyordu. Bir dakika geçti, Izuku tekrar tekrar tıklattı, birkaç dakika daha geçti ama her şeye rağmen Kacchan patlamalarını Izuku'nun bir yerlerine sokmak için o kapıya çıkmadı.

İçini korku kaplayan Izuku, ne olursa olsun Kacchan'ın iyi olduğuna emin olmam lazım, diye içinden geçirerek kapının kolunu indirdi. Normalde kitli olan kapının hemen açılması Izuku'yu panikletmeye yetmişti. Girdiğinde karşılaştığı manzara ise bu durumunu sadece daha da kötü etkilemişti.

Kacchan yerde oturuyor, sessiz bir şekilde ağlarken tırnaklarını bacaklarına batırıyordu. Izuku'nun bir daha asla görmek istemediği bir sahneydi. Kacchan için korkusu kaçıtıldığından beri bir alev gibi içinde yanmaya devam ederken önce tuvaletteki olay ve şimdi bu sadece üstüne odun atıyordu, bu metaforik alev asla söndürülemeyecekmiş gibi büyüyordu.

Nasıl sakin(!) kalabildiğini, nasıl Kacchan'ı sakinleştirebildiğini hatırlamıyordu. Tek hatırladığı kendine yavaş yavaş gelen Kacchan'ın ellerini sımsıkı, sanki bir daha bırakmayacakmış gibi, tuttuğuydu. Tek hatırladığı sevdiği adamın yaşlı gözlerle "Bana yardım et!" demeye çalıştığıydı.

Izuku, o gece odasına döndüğünde kafasında binbir planlar uçuşuyordu. Deliler gibi aşık olduğu çocuğu kurtarcaktı, başka şansı yoktu.

____________

Katsuki uyandığında dün yaşadıklarının yorgunluğunu hala üstünde hissediyordu. Bir de şimdi bu yorgunluğa okuldan atılmanın verdiği hayal kırıklığı katılacaktı, biliyordu.

Normalden çok daha yavaş hazırlandı, vücudunu taşımak ağır geliyordu çünkü. Sanki bir günde yüz kilo almış ve bacakları bu ağırlığı kaldıramaz hale gelmişti. Hazırlanmayı bitirdiğinde sınıftakilere kahvaltı hazırlamak için çok geç kaldığını fark etti.

Ne güzel işte amına koyayım! Hem sabah sabah uğraşmak zorunda kalmayacak hem de kimse yemediğini fark etmeyecekti. Tek isteği hiçbirinin mutfağı yerle bir etmemiş olmasıydı.

Ortak alana geldiğinde neredeyse bütün sınıfın orada olduğunu fark etti, ayrıca Bakusquad ve Deku başta olmak üzere hepsi bir anda ona dönmüştü. Ona acıyorlar mıydı? Güçsüz olduğunu, bu yaralanmayı kaldıramayacığını mı düşünüyorlardı? Gercekten ne sikim yapmaya çalışıyorlardı?

"Bakubro! Günaydıın!" Kirishima, mutfaktan elinde gayet sağlıklı görünen(?) bir tabakla mutfaktan çıktı ve onun yanına geldi. "Bu gün geç uyanacağını tahmin etmiştik. O yüzdeen... senin her gün bize kahvaltı hazırlamana teşekkür niyetine bugün de biz sana hazırladık! Merak etme, senden önce bir kaç kişiye daha yedirdik ve hepsi yaşıyor!" Etraftan bir kaç onaylama ve iltifat geldi. Acaba bu salaklar mutfağı patlatmadan nasıl kahvaltı hazırlamayı başarabilmişti?

"Sarı bombam! Şimdi asla inanmayacaksın ama Bakusquad ve Mido olarak hazırladık. Hatta tüm sınıfa hazırladık. Ve hani kimse zehirlenmedi, mutfak yanmadı. Tamam, azcık kirletmiş olabiliriz ama gerçekten bulduğumuz gibi bıraktık. Git bak, bal dök yala yani bebeğim." Elektrik prizi daha da saçmalamaya başlamadan masaya yanaştı, önündeki tabağı süzdü. Düzgün görünüyordu. Katsuki'nin her gün hazırladığına yakın bir tabaktı. Tek farkı omletin üstünde acı sosla çizilmiş bir gülen yüz olmasıydı.

"Ben uyanamadım galiba lan. Bu ne? Siz? Burayı savaş haline çevirmeden? Kahvaltı mı hazırladınız şimdi?" Katsuki şaşırmıştı. Biraz da duygulanmıştı ama bunu belli edecek de değildi.

"Evet, Kachhan! Ayrıcaa... Kahvaltı için seni bekledik. Diğerleri yedi ama biz senin tepkini görmek için beklemek istedik." Deku bunları söylerken yüzünde her zamanki etrafı aydınlatan gülümsemesi vardı. Deku'nun sesinin duyduğu gibi aklı dün geceye gitmiş olsa da bir şey yapmadı. Nasıl olsa Deku da bu konu hakkında bir şey demeyecekti. İkisinin de bir daha dün geceyi hatırlamasına gerek yoktu.

Tüm arkadaşları (hala bunu onlara sesli bir şekilde söylememişti, galiba gitmeden önce söylemeliydi) ve sevdiği çocuk (bu onu asla bilmeyecekti) aynı masada oturuyor, sanki hiç bir sorumlulukları yokmuş gibi, derse geç kalmayacaklarmış gibi kahvaltı ediyorlardı. Katsuki, uzun bir süreden sonra ne kadar kalori, kaç gram yağ, protein gibi şeyleri saymadan sadece etrafındakilere odaklanarak bir kahvaltı yapıyordu. Belki de bir sefer de olsa kalorilerin önemi yoktu. Şu an mutluydu.

"Hanginiz bu siktiri boktan gülen yüzü çizdi omletime? Gitsin biraz resim dersi alsın lan. Gülüyor mu ağlıyor mu belli değil." Tabii ki de şakasına söylediğini diğer hepsi biliyordu.

"Ama Kacchan! Ben onun için o kadar uğraşmıştım." Deku bir an dudağını büktüğünde Katsuki öldüğüne inandı. Lanet olası Deku bu kadar tatlı olmamalıydı. All Might'ın kaslı formunu bench pressleyebilen bir kas kütlesiydi o. Tatlı değildi. Hayır hayır değildi. "Annemin küçükken bizim katsudonlarımıza ketçapla yaptığı gibi yapmaya çalışmıştım. Olmamış mı?"

"Git resim yeteneklerin üzerinde çalış. İlerde ne olacağını kim bilir.."

Kahvaltı boyunca atıştılar, şakalaştılar ve tabii ki bir ders geç kaldılar (en azından çoktan Aizawa sensei'ye haber vermişlerdi). İkinci derse yetiştiklerinde ve hiç azar işitmediklerinde Katsuki kendini, normalin aksine, enerjik ve mutlu hissediyordu. Ta ki o beklediği sözleri duyana dek:

"Bakugou, öğlen yemeğinde yanıma gel. Konuşmamız gerekiyor."

İşte son şimdi başlıyordu. Atılacaktı, gidecekti, kahraman olamayacaktı. Bütün arkadaşları ne kadar sefil biri olduğunu öğrenecekti. Her şey böyle bitecek ve yalnız kalacaktı.

"Bakubro? Bir anda yüzünden tüm renk gitti iyi misin? Kızacağı bir şey yapmadıysan sorun yoktur herhalde, dün olanlar hakkında konuşmak istiyordur."

Katsuki sırasına geçip kafasını koyarken "Ben de asıl ondan endişeleniyorum." dediyse de Kirishima duymadı.
____________

Belki sabah sevdiği insanlar geçirdiği kahvaltıda gelen mutluluğun yavaş yavaş sönmesi yüzünden, belki okuldan atılacak olmanın verdiği stresten, belki de midesinin artık hiçbir şey sindiremiyor olmasından dolayı daha ilk teneffüste kendini o klozetinde buldu. Boğazı her zamanki gibi yanıyor, bir de acı sos yüzünden bu yanma ikiye katlanıyordu. Umursamadı. Umursayamadı.

Çünkü şu an sadece rahatlayabilmek için kusuyordu, nasıl kendini rahatlamak için kesiyorsa şu an bunu da aynı şey yüzünden yapıyordu. Çünkü ona göre kanın nasıl aktığının bir farkı yoktu. Eğer kan akıyorsa bütün stresi gidiyordu.

Rahatlayabilmeye, içindeki bu kötü, mide bulandırıcı histen kurtulabilmeye o kadar odaklanmıştı ki dersin başladığını fark etmemişti. Telefonundan saate baktığında dersin on dakika önce başladığını fark etti.

Hay amına koyayım! Şimdi bütün mallar bir şey olduğunu düşünecek, endişeleneceklerdi(?). Gerçekten endişelenecekler miydi bilmiyordu ama en azından öyle davranacaklardı.

Ders Snipe-sensei'indi. Derse on dakika (hatta daha fazla çünkü zaman hala akıyordu) geç gidip "Pardon hocam sıçıyordum!" diyemeyeceği için Recovery Girl'e gidip, dün kafasını vurduğu için ağrıdığını söyleyip bir revir kağıdı alabilirim diye düşündü. Mantıklı bir fikirdi. Tek dezavantajı bütün sırlarını bilen o yaşlı bunağı tekrar görecek olmasıydı.

O yaşlı bunak, Snipe sensei kadar korkutucu olmadığı için revirin yolunu tuttu.

Öğle teneffüsünde Aizawa sensei ile yağacağı konuşmanın daha erken olacacağından bir haberdi.

______________

yaşıyorum... o kadar yorum gelmiş ki ağladım :")) bu kadar beklettiğim için özür dilerim sadece yazacak kadar iyi hissedemiyorum, ne yazacağımı çözemiyorum. kötü gittiğinin de farkındayım ama napcam bilmiyorum :c

bir sonraki zamana dek görüşürüz!

-axca.

.something wicked | slow updateHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin