27. Gürültü

1.8K 123 205
                                    

Selamın aleyküm!

Nasılsınız görüşmeyeli :) ?

Şimdiden iyi okumalar
diliyorum «3


"Şükrü, pas atsana!" sık alıp verdiğim nefeslerin ardından sitemle dile getirdiğim ve biraz da olsa kırk yaş üstü dayıların söyleniş tarzı gibi hareketler sergilerken ayağındaki topu Mesut'a kaptırmamakta ısrarcı olan Şükrü'yle heyecanım artmıştı.

Ayak tabanının baskısıyla topu yere sabitleyen Şükrü, sırtını Mesut'a siper almış, kendisi kadar ısrarcı olan rakibi yüzünden köşeye sıkışarak kilitlenmiş gibiydi.

"Adam sülük gibi yapıştı, bir adım atacağım diyorum bırakmıyor ki peşimi, nasıl atayım bebe." özü sözü insan haline dönen Şükrü'nün ilk defa bu kadar net bir şekilde Ankara ağzı yaptığını duymak kulaklarıma yabancı gelse de bir diğer yanım, ona yakıştığını söylemeden edememekteydi. Demiyor ki, paslanmışım, çalım atamıyorum.

"Bana gönder." Şükrü'nün hemen önünde biten Kemal' in karizmatik, net sesiyle 'has adam geldi' diye geçirirken kendisine atılan topu durdurma gereği duymayarak ayağının içiyle yavaşça vurmuş, ileri doğru sürmeye başlamıştı.

Bildiğin, ustalıkla dripling yapan Kemal'e hayran kalmamak elimde değildi. Bizim Kemal, kesin çocukken mahallede şut kralıydı.

"Bak bak, havalara bak! Sanırsan Lionel Messi anasını." Kemal'in önünde, ölüm meleği gibi beliren Murat'ın alaycı ve şiveli konuşmasıyla dudaklarım yukarı doğru kıvrıldığında büyük bir gülümseme sunmadan edememiştim. Ulan bu nasıl bir ağız sanatıydı! Resmen Arel Türkiye'nin her yöresinden bir parça adam toplamıştı.

Kendinden emin, sert bakışlarından ödün vermeyen kara civcivimiz Kemal'in geçmemesi adına elinden geleni yapan Murat'a içten içe yenilmemek için takım arkadaşımın bana kolaylıkla pas atabileceği bir kısıma geçip anbean ilgisini çektiğimde ne yapmak istediğimi anlamış olacak ki, histerik bir şekilde sırıtarak topu hızlıca bana göndermişti.

Yüzümde kendini ele veren zevk dolu tebessümümün yanına rekabet duygusu da eklendiğinde bana gelen topu kontrollüce durdurup zaman kaybetmeden bir iki metre ötemde olan kaleye sürmeye başladım. Az oyunculu oynamanın en güzel yanı, elbette çok şut çekebilmekti.

Bana engel olabilecek hiçbir rakip oyuncu görünürde olmazken her an topu kapmak için hazırlanan kaleci Rıza, dizlerini hafifçe kırıp tüm kasvetini ve odağını topa sabitlemişti. Onun tutkulu ifadesi, vücuduma salgılanan adrenali ve heyecanı yükseltirken arkamda, bana doğru gelen can düşmanlarıma istediklerini vermemek adına elimi çabuk tutmuş, şut çekmek için ayağımı geriye atarak sertçe vuruşumu sergilemiştim.

Hava da hızla ilerleyen topun, belirlediğimiz kale sınırları içerisine girmesini dört gözle beklerken aynı zamanda gol olacağından oldukça emindim ancak gel gör ki, ne gol olmuştu ne de kaleyi kılpayı kaçırmıştım. Bildiğin kalenin bir metre soluna atmıştım. Lan! Yerdeki taşları karıştırmış olamam değil mi?

Mükemmel şutumun oyun alanında bıraktığı etki, tıpkı ölüm sessizliği misali birkaç saniye devamlılığını sürdürürken yüzüme takındığım gergin ve mahçup gülümseme ile bakışlarımı, aval aval bana bakan adamlarda turlattım. İşte geliyordu dalga tufanı.

"Zehir misin be çocuk!" diyerek rezilliğimden faydalanan ve bunu şakaya vuran Mehmet'in gür, alaycı sesinin son bulmasıyla tüm donuk suratlarda, bir tebessüm ve bunun sonucunda bir kahkaha esintisi bahçeyi donatırken suratıma utanç tokadı çarpmıştı adeta. Ah, ah kafama taş düşeydi de, o taşı kale sınırı sanmayaydım.

ABİS [bxb]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin