6

211 26 25
                                    

yaklaşık 1 haftadır atölyeye inmiyorum. genellikle macau ile yemekhanede takılıyoruz(ben takılmıyorum, o beni yaka paça yemekhaneye getiriyor).

atöyleyeye inmememin sebebi de yaz festivallerinin yaklaşıyor olması. abimlerin grubu sahneye çıkacaklarından yemek molalarında prova yapıyorlar. atölyeye genel olarak kimseyi sokmuyorlar bu yüzden. ben de neredeyse iki saati macau ile geçirmeye mahkum oluyorum.

kim ile nasıl gidiyor diye sorarsanız, o da iyi işte. genellikle kendi arkadaşlarıyla takılıyor her zamanki gibi. bazen yemek yerken bizimle oturduğu oluyor; onda da nasılsın, iyi misin, dersler nasıl. ondan sonra herkes sessizce yemeğini bitirip birbirine "afiyet olsun" diyor ve kendi alanına çekiliyor. kısaca, normal gidiyor yani.

ona adım atacak özgüvenim pek yok bu aralar. macau da bir şeyler yapmaya çalışıyor, gerek gaz vermek olsun gerek kendi bir şeyler yapmaya çalışsın, ama ben çoğu zaman geri çeviriyorum.

uzun lafın kısası bu aralar çok da rezil değilim, ne yapacağını bilmeyen bir aptalım.

"oynamayı bırakıp yesene artık şunu." diyor macau, çatalını omzuma batırarak.

"off, hiç aç değilim. ister misin."

macau sandalyeye yaslanarak karnını tutuyor ve derin bir nefes alıyor.

"iki tabak yedim, üçüncüyü kaldırabileceğimi sanmıyorum." ve geğiriyor.

"iğrençsin öf" burnumu tutarak omzuna yumruk atıyorum.

"bohohohohoyt."

"macau siktir g-"

"naber"

ben lafımı tamamlayamadan kim ve tepsisi de masamıza ekleniyor. başta macau ile birden yemeğin ortasında gelmesine pek alışık olmadığımız için biraz duraksasak da çok geçmeden "iyi, sen nasılsın." gibi kısımları geçiyoruz.

"ben kalkıyorum, size afiyet olsun."

macau da bizi yanlız bırakmak için kalkıyor. başka zaman uzun uzun sitem ederdim bu duruma ama şu anki loner halime ben bile acıdığım için bir şey diyemedim. hadi chay, yap bir şeyler...

"okulun köfteleri güzel oluyor aslında. sen beğeniyor musun?" diyerek köfteyi tek lokmada ağzına atıyor ve afiyetle çiğnemeye başlıyor.

tepsiyi önümden hafifçe iterek kendimden uzaklaştırıyorum.

"okulun yemekleri beni hiç sarmıyor. özellikle et yemekleri. ne eti yediğim hakkında şüpheliyim."

birden peçeteliğe uzanıp peçete alıyor ve çiğnemekte olduğu köfteyi peçeteye tükürüyor.

"biliyor musun, ben de."

"az önce seviyodun?"

"seni denemek istemiştim. doyduysan kalkalım mı?"

ne diyo' lan bu?

"peki?"

yemekhaneden çıktıktan sonra yine daha öncekiler gibi havadan sudan sohbetler falan ediyoruz. zil çalınca tekrar ayrılıyoruz. sonra yine macau'yu bulup derse giriyorum falan. neyseki bu sefer macacu peşimizde gezmiyor(daha önce yakalamıştım ve sert bir dille uyarmıştım. o zamandan beri peşimizde dolanmıyor).

ders bitince dışarı çıkıp her zaman oturduğumuz banklardan birine oturuyoruz.

"bu sefer bir şey yaptınız mı bari? oldu mu bir şeyler?"

"sence ne olmuş olabilir?"

"ne bileyim flört falan. belki biriniz adım atmıştır?"

"hiçbir sikim olmuyor gerçekten. yerimizde sayıyoruz. gerçi neden biz diyorum ki? onun için alt sınıflardan tanıdığı, arada bir bir şeyler konuştuğu arkadaşıyım. hatta arkadaş bile değil belki de bir tanıdığıyımdır sadec-"

macau umutsuz konuşmamı kesip yüzümü iki eli arasına alıyor ve kendine çeviriyor.

"öncelikle aptal düşünceleri atıyorsun kafandan. neden hiçbir şey olmuyor ki aranızda? hiç ona kendinden bahsettin mi?"

"hayır, sıkmak istemedim."

"peki o kendinden bahsediyor mu?"

"yani, evet. bir şeyler şeyler anlatıyor."

"e duvara konuşturmussun çocuğu sadece."

"ne?"

"sadece kendinden bahsetmiş. sen niye sustun. bari anlattıklarından ortak beğendiklerini falan söyleseydin."

"sıkmak istemedim dedim ya"

"porchay gerçekten rezil birisin."

elleri arasındaki yüzümü sertçe geri bırakıyor bunu derken.

"ciddiyim seni hiç eğitememişim. çıkışta seninle dışarı çıkıyoruz ve flörtün incelikleri üzerine ders veriyorum sana."

"şimdiye kadar kaç tane sevgilin ya da flörtün oldu macau?"

gururlu bir şekilde göğsünü geriyor, dirseklerini banka dayıyor ve uzaklara bakıyor bir şeyleri hatırla(t)maya çalışırcasına.

"sanalikada eve kız atmıştım 2 kere. ah o yenilmexjenna sıfır altı..."

"siktir git başımdan. eve gidip yatıcam bugün."

"ama çıkışta-"

"hadi macau, hadi. ders çalışmam lazım."

yalan söylediğim için üzgünüm macau ama annemler evde olmadıkları için evde rahat rahat bir akşam geçirme şansımı kaçıramazdım.

ve kaçırmadım da.

çıkışta direkt eve uçtum. eve girdiğim an cips tarzı aburcubur şeyler yiyip biraz lol attıktan sonra 1 saat geçirmeden yediğim 3 paket patates cipsinin ve 1.5 litrelik kolanın ağırlığı ütüme çöktü tabii. biraz kestirmeye karar vermiştim. bi' iki saat sonra da uyandım.

abime seslendim ama cevap alamadım. evdeki odalara baktığımda da bulamadım. belli ki dışarı çıkmıştı.

ağzımda öğlen uykusundan kalan bok tadını gidermek için kendime kahve yaptım ve koltuğa uzandım. karnım da guruldamaya başladı

sakin ve keyifli bir kahvemi içerken televizyondan da bir şeyler izliyordum. ta ki aniden zil çalıp elimdeki kahve üstüme dökülene kadar.

kaç kere değiştirin şu zilin sesini diyorum evdekilere ama dinleyen kim? hayır, android bildirim sesini basslı bir şekilde kapı zili yapan kim?(abimden başka kim olabilir, benimki de soru...)

üstelik, bu saatte gelen kim? annemler, teyzemlere gittiler. bu saate kadar orada kaldıklarına göre orada kalırlar. abim de kinn ile buluşup sevişse 2 saat, bar'a girseler 2.5-3 saat, bar çıkışı da kavgaya girip dayak yeseler 1 saat, oradan doğru adam toplayip geri dönüp yine dayak yeseler bi' 2-3 saat, sonra kinn abilere donüp tekrar sevişiliş, onlarda sabahlarlar onlar.

üstümü mü değişsem kapıyı mı açsam derken farkında olmadan kapıya yöneliyorum ve kapı deliğinden kimin geldiğine bakıyorum.

kim!?

-

hazır bölümü yayınlamaya bile üşenir olmuşum.

a spring in his steps, kimchayHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin