Bölüm 9:Yolun Sonu

4 4 0
                                    

Lanet olası hastalığa bir ilaç bulmayı iki hafta boyunca denedim ama bir sonuca ulaşamadım. Dışındaki kabus gibi kabuğu geçmenin herhangi bir yolu yok gibiydi. Bir sürü şeyi denedim, başka hastalıkların ilaçlarını, en kaliteli antibiyotikleri ama herhangi bir sonuca varamadım. Her geçen gün herkesin durumu kötüleşiyordu ve ben de hastalığın etkisini hissetmeye başlıyordum. Vücudum ağırlaşıyor, gözlerim dalıyor, ciğerlerim zayıflıyor ve her saniye yüksek ateşle kavruluyordum ama herkesin hayatı benim omuzlarımda gibi hissediyordum. Herkese bir yandan takviye sağlarken ilacı geliştirmeye devam ediyor ve bir yandan hastalıkla kendim uğraşıyordum. Neyse ki bağışıklık sistemini uyaracak güçlü bir takviye geliştirdim ki herkes biraz daha rahatlasın.

Tüm bu takviyeleri üretmek ve ilacı geliştirmek vücudumu aşırı yormaya başladığı için her seferinde aldığım uyarıcı miktarını arttırıyordum. Geceleyin uyumak zorlaşıyordu, her uyumaya çalıştığımda aklıma herkesin benden bir çözüm beklediği aklıma geliyor ve kalkıp masanın başına geri oturuyordum. Zaman algım o kadar bozulmuştu ki masada akşamleyin uyuya kaldıysam ne zaman uyanıp bir sonraki günün akşamına geldiğimi hatırlayamıyordum.

Zaman daralıyordu, hastalık canlı bir varlık olduğu için öğrenip bir sonraki jenerasyonda kullanımda olan takviyenin etkisini azaltmayı beceriyordu. Takviyelerle yaşamak sıkıcıydı, kim en azından hayatta kalmak umuduyla günde yedi tane hapı keyifle içerdi ki? Her aklıma bir fikir geldiğinde deneyip hayal kırıklığı ile sonlanmak hiç de hoş değildi.

Clara:"Matthew?"

Matthew:"Efendim canım?"

Clara:"Gene mi ilaç için çalışıyorsun?"

Matthew:"Evet... Bir an önce bulmam lazım. Çok geç olmadan."

Clara:"Kendini çok zorluyorsun. Aldığın uyarıcı haplar haftada bir bitiyor. Lütfen kendinden bizim için ödün verme."

Matthew:"Ben yapamaz isem kim yapacak? Mark ile durmadan belge alışverişinde bulunuyoruz."

Clara:"Anladım ama lütfen kendine dikkat et, dediğin gibi sen yapamaz isen kimse yapamaz. Bu yüzden biraz ağırdan al."

Derin bir iç çektim, Clara haklıydı.

Matthew:"Ne biliyor musun? Belki de haklısın, biraz mola vermem gerekli olabilir."

Clara:"Bence de, en azından düzgün bir uyku çekmen lazım. Ben Brad ve Mark'a dinleceğinin haberini veririm bu yüzden yatağa uzan ve uyumaya çalış."

Matthew:"Peki, ben yattım o zaman."

Clara:"İyi uykular."

Yatak odasına geçtim ve yatağa uzanıp tavana boş boş bakmaya başladım, acaba yaptığım şey doğru muydu? Herkesin benden bir çözüm beklediği bile bile dinlenmeye hakkım var mıydı acaba? Düşünceler içinde boğulurken uykuya daldım.

Matthew:"Neresi burası?"

?:"Ne cüretle..."

Matthew:"Sen kimsin? Neredesin?"

?:"Ne cüretle onlara karşı gözünü yumarsın, her şey senin yüzünden berbat oldu."

Matthew:"Ne demeye çalışıyorsun?"

?:"Bir hata yaptın ve şimdi hatanın cezasını çekeceksin..."

Matthew:"Ne anlatıyorsun, ne cezası?"

O sırada sanki bir uçurumdan düşüyor hissine kapıldım ve sonsuz boşluğa yuvarlandım.

Clara:"Matthew uyan!"

Clara ağlamaklı bir ses ile konuşuyordu. Gözleri kızarmış ve yanaklarından gözyaşları damlıyordu.

Matthew:"Uhh~ ne oldu."

Clara:"Brad ve Mark... İkisini de kaybettik."

...

...

...

Ne?

Bir saniye?

Ne demek... Ne demeye çalışıyorsun?

Hayır... Hayır! HAYIR!

...

Ses haklıydı, bir hata yaptım... Ve cezası ağır oldu...

*Zaman atlaması*

Artık bir anlamı bile kalmış mıydı ki? Bir anlamı var mıydı?

Önce dostlarım, sonra hayatımın kadını, son olarak da beni büyüten kişi.

Hepsini kaybettikten sonra bir anlamı var mıydı ki?

Zamanında dolu ve canlı olan koridorlar boş ve soğuk kalınca insanın yüzüne çarpıyordu gerçek.

Artık alkol bile sorunlardan kurtarmıyordu, her saniye ağlamak ya da düşüncelere boğulmak kaçınılmazdı.

İlaç ne mi oldu? Buldum, ama artık bir faydası yoktu. Sadece kendimi kurtarabildim, tüm çalışmalar tüm emekler. Hepsini sevdiklerim için yaptım. Sonuç neydi? Cehennemin çukurundan sadece kendim çıkabildim.

Boş sokaklarda, içi boş marketlerden kaynak toplamak bile yorucu geliyordu. Post apokaliptik bir devir yaşıyor gibiydi dünya. Organizasyon binası boş ve sessizdi, arada yağma için gelen serserileri kovalıyordum sadece. Bir de her dünyada kalan "tek kişi" filminde olduğu gibi yaptıklarımı kayıt altına alıyordum. Belki bir gün dünya normale döndüğünde izleyip tekrar moralimi bozarım diye.

Rastgele daireyi temizlerken eski eşyalara denk geldim. Kutunun içini karıştırırken küçük siyah bir kare dikkatimi çekti. Zamanında salgından bile önce Şef'in verdiği Yetenek Kapsülünü buldum. Şef'in zamanında verirken dediklerini hatırladım.

Matthew:"Bu saniyeden sonra kaybedecek neyim var ki?"

Kapsülü ağzıma attım ve yuttum. Şef'in dediği gibi devasa bir zihinsel baskı hissettim, başım ağrımaya kulaklarım çınlamaya ve gözüm kararmaya başladı ancak kapsülün üzerimdeki etkisi son zamanlarda bulunduğum durumla karşılaşamazdı bile.

Gözlerimi açtığımda yerde uzanıyordum, bayılmış olmalıydım. Garip bir şey vardı, sanki dünya daha parlak ve canlı gözüküyordu, yorgun değildim ve zihnim hiç olmadığı kadar boş ve dinçti. Bir bardak su almak için kalktığımda eklem ağrılarımın tamamen yok olmuş olduğunu fark ettim. Suyu bardağa doldurdum ve bardağı ağzıma götürüp suyu içmeye başladım. Su boğazımdan geçer geçmez zihnime suyun yapısı ve özellikleriyle alakalı tonlarca bilgi akın etti. Olaya şaşırıp kalmıştım. Bir parça ekmeği ağzıma attığımda aynı olay ekmek için gerçekleşti. Kapsül zaten yeteneği olanların sınırlarını kaldırıyordu, benim sınırım elimdekinin özelliklerini bilmemek miydi? Yeteneğimi normal olarak kullanmaya çalıştığımda artık daha hızlı ve verimli olduğunu fark ettim. Yeteneğimin yeni özelliklerini keşfederken fazla hızlı denemiş olacak olmalıyım ki yanlışlıkla garip bir şeye sebep oldum. Sanırım yeni bir element oluşturmuştum.

En geniş kimya ve fizik makalelerini içeren bir veri tabanına girip bilinen tüm elementleri araştırdım ama hiçbir yerde yanlışlıkla oluşturduğum elementin detaylarına sahip bir element bulamadım. Çekirdeğinde bilinen tüm elementlerden fazla parçacık vardı ve garip bir şekilde stabildi. Normalde çekirdeği büyük olan çoğu element bu kadar stabil olmazdı. Çünkü bir çekirdek ne kadar büyük ise elementin atom çekirdeklerindeki bağ o kadar zayıf olurdu. Uranyum, Toryum, Plütonyum gibi çok bilinen radyoaktif elementler çekirdekleri çok büyük oldukları için radyoaktiftirler.

Radyasyon ölçerin dibinde elimdeki garip küçük ama aşırı ağır küp ile uğraşırken farklı izotoplar üretmeye çalıştım ve izotoplardan birisi deli gibi radyasyon saçmaya başladı. Uranyum, Toryum, Plütonyum ve bulunmuş diğer tüm sentetik radyoaktif elementler dahil hepsinden kat kat daha güçlüydü.

Kendimi uzun süre radyasyon zehirlenmesine maruz bırakmamak için garip küpü stabil haline geri çevirdim. İyi hoş yeni bir element bulmuştum, bununla ne yapsam diye düşünürken aklıma çok iyi bir fikir geldi. Bu sıralar sık sık jeneratörler bozuluyordu ve depoda bulunan benzin yakında kullanılamaz hale gelecekti. Neden kendime küçük bir nükleer santral kurmuyordum ki? Bu yeni element diğer tüm nükleer yakıtlardan kat kat güçlüydü, bu kontrol edilmesi bir o kadar zor demekti ancak başarabilirsem sınırsız enerji üretebilirdim. Hem nükleer atıkları daha zararsız bir forma anında dönüştürme yeteneğine de sahiptim. Tekrar kendime sordum neden olmasın?

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 15, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Full InfluenceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin