Bölüm 6: Düello (SEZON FİNALİ)
Sessizlik odayı ele geçirdi.
Clara:"Biliyordum."
Matthew:"Ne? Bekle nasıl?"
Clara:"Dün akşam aşırı sarhoş halinle ağzından kaçırdığın için."
O an tüm zihinsel fonksiyonlarım kendini imha etti.
Clara:"Matthew, benimde sana söylemem gereken bir şey var."
Matthew:"Evet?"
Clara:"Ben de seni seviyorum."
Beynim tekrar çalışmaya başladı. Kendime geldiğim o an kendime sövüp saydırdım.
Clara:"Uzun zamandan beridir bu anı bekliyordum."
Matthew:"Uzun zamandır?"
Clara:"Evet, uzun zamandır sana karşı hisler besliyordum."
Clara'nın sözleri daha öncesinde gerçekleştirdiği eylemlerin de açıklaması olmuştu. Bunca zaman fark edemediğim için kendimi salak gibi hissettim ancak genede hislerimin karşılıklı olması beni mutlu etti.
Matthew:"Peki nasıl bir his?"
Clara:"Daha iyisini tatmanın mümkün olmadığı bir his."
Clara'ya sıkı sıkı sarıldım, bugüne kadar onu bekletmenin verdiği pişmanlığı unutmaya çalıştım.
Clara:"Ne yapmak istersin."
Matthew:"Oturup dinlenmek."
Clara:"Peki ya şu takip ettiğin adam? O ne olacak."
Matthew:"O konu biraz daha bekleyebilir, bu anın tadını çıkarmam lazım."
Gülüştük ve birbirimize bakmaya başladık. İkimizde bir birbirimize yaklaşmaya başladık. Nefesini yüzümde hissettiğim yere kadar geldiğimde gözlerimi kapadım. Ne olmasını bekliyordum bilmiyorum ama beklediğim şey olmadan kapı çaldı.
Brad:" Hey ben geldim."
Clara bana baktı ve gülümsedi, ne anlatmaya çalıştığını anlamıştım.
Matthew:" Hoşgeldin, nasıl yardımcı olabilirim?"
Brad genelde etrafını saran alaycı ve rahat havasından bir anda kurtuldu ve daha ciddi bir ses tonuyla konuşmaya başladı.
Brad:"Geçen gün ismini öğrendiğin şu adam hakkında birkaç bilgi var elimde. Yanında çalışan birinden rüşvet ile aldım."
Kalp atışım hızlanmaya başladı. Sonunda işime yarayacak bir şeyler var elimde.
Matthew:"İçeri geç, kapıda konuşulacak bir durum değil bu. İçecek bir şeyler ister misin?"
Brad:"Gerek yok, çok uzun durmayacağım zaten."
Oturma odasına geçtik ve Brad öğrendiği bilgileri teker teker anlatmaya başladı.
Brad:"Öncelikle adam yetenek sahibi birisi ama yeteneğinin ne olduğu bilinmiyor. Üstelik yağmacı bir grubu yönetiyor. Geçmişte bir sürü yeri haraca bağlamış ve ödenmediği takdirde o bölgeleri talan etmiş."
Matthew:"Tanıdık geldi..."
Brad:"Efendim?"
Matthew:"Yok bir şey, önemli değil."
Bilgileri not ettim ve çalışmaya koyuldum. Bölgeye nasıl girecektim? Girdikten sonra adamı nasıl bulup öldürecektim? Aklımda bir sürü soru oluşmuştu.
Matthew:"Clara benimle şu Brad'in bahsettiği mekana gelir misin?"
Clara:"Tehlikeli olacağı için sormazsın demiştim ama gelirim."
Clara'ya aklımdan geçen planı anlattım. Binanın ön kapısını havaya uçuracaktım ama yer altından binaya giriş yapacaktık. Clara planı beğendi ve hazırlık yapmak için odasına gitti. Patlayıcılar için nitrat bazlı bir karışım kullanacaktım. Hazırlaması kolaydı. Ekipmanlarımı donandıktan sonra yola çıktık. Şehrin dış halkasında yer alan terk edilmiş bir sanayi bölgesiydi hedefimiz.
Clara:"Matthew, döndüğümüzde beraber bir şeyler yapmaya ne dersin?"
Matthew:"Nasıl yani? Randevu gibi mi?"
Clara:"Ona benzer bir şeyler işte."
Matthew:"Mutluluk duyarım."
O sırada arabanın kaputuna kocaman bir kaya düştü. Anlaşılan yolu gözleyen elemanlar bizi fark etmişti.
Matthew:"Clara arabayı terket ve üstüne sıvıdan bir kalkan çek!"
Clara arabadan atlayıp yakındaki bir su borusunu patlatıp fışkıran suyu kendi üstüne buzdan bir kalkan yapmak için kullandı. O sırada ben silahımı kuşanıp siper aldım. Kaya fırlatan adam saklanıyordu. Kalan ayak takımı derecesindeki elemanları etkisiz hale getirdim. Göz ucuyla Clara'ya baktığımda kendini idare ediyordu. Üstüne gelen elemanlara buz parçaları fırlatıyor ve gelen darbeleri kıvrak hamleler ile savuşturuyordu.
Matthew:"Yardım lazım mı?"
Clara:"Başa çıkıyorum ama şu kaya fırlatan adamı bulmalıyız yoksa ne senin kalkanın ne benimki dayanır."
Aklımdan hızlı bir durum analizi yapmaya başladım. O sırada adamlar üstümüze mermi yağdırmaya devam ediyordu. Kullandığım kalkanda küçük bir delik açıp aradan ateş etmeye başladım. Adamların sayısı biraz azalınca kalkanı yerden söktüm ve elime alıp yürümeye başladım. Clara'yı da arkama alıp güvenli bir şekilde ağır adımlarla hedef yer ile aramızdaki mesafeyi kapatmaya başladık. Ve gelmiştik... Hedefimizdeki bina kırık camları ve her yerden çıkan borularıyla terk edilmiş bir sanayi binasına benziyordu. Binanın dış katmanındaki boya çürümüş ve çatlamıştı, her yerinde yağmur suyu topladığı için rutubet kokan ahşap keresteler vardı. Kapının kocaman iki kapısı birbirlerine sıkıca kaynatılmış gibi duruyordu. Hazırladığım bombaları yerleştirdim. En sonunda cesaretimi topladım ve bombaları patlattım. İçeride bir sürü belalı tip vardı. Yüzünde onlarca yara, vücudunda kesik izleri, yüzüne kollarına hatta bacaklarına kadar dövme dolu adamlar kocaman binanın her yerine yayılmıştı. Ağızlarını açmalarına fırsat vermeden konuşmaya başladım.
Matthew:"Hunter nerede?
Kelimeler ağzımdan çıkar çıkmaz fısıltılar oluşmaya başladı
?:"Onunla ne işi olabilir ki?"
?:"Nereden bileyim ben."
Clara'nın huzursuzlandığını hissedebiliyordum. Ben bile etrafta bulunan boğucu havadan nasibimi almıştım. Tam o sırada küçük bir odadan ağzında sigara ile bir adam çıktı. O yüz... Tüm anılar, tüm acılar, tüm kayıplar... Hepsi beynime akın etti. Çenesinden kulağına doğru uzanan o bıçak yarası, Mark'ın onu oyalarken ona verdiğini en net hatırladığım hasardı. Tüm vücudum titremeye başladı. En başından beri organizasyonla uğraşan adam bu herifti yani? Beni tuzağa sürükleyen, yemleyip beni öldürtmeye çalışan.
Matthew:"Sen..."
Hunter:"Ben?"
Alaycı bir sesle elini havaya kaldırıp kendini işaret etti.
Matthew:"Beni hatırlamadın mı?"
Hunter:"Bir yerden tanıdık geliyorsun ama... Neyse sana ne yaptığımı söyle, aileni mi öldürüm? Köyündeki kadınları mı kaçırdım? Yoksa aç kalana kadar haraç mı kestim?"
Bu şerefsiz işlediği tüm suçları sanki bir hiçmiş gibi sayıyordu. Dişlerim artık kasılmaktan kırılacak noktaya gelmişti.
Matthew:"Sen sadece benim evimi yakmakla kalmadın, en yakın arkadaşımı elimden aldın. O yüzündeki yara var ya? Onu öldürdüğün arkadaşım yapmıştı."
Hunter:"Ahh hatırlıyorum o veledi, çok canımı yakmıştı kerata. Sonrasında benim için iyi işler yaptı ama."
Matthew:"Ne?"
Hunter:"Her cümleyi tekrar edecek isem ne anlamı var diyalog kurmanın. Marcus! Nerdesin çık buraya gel."
Binanın arka taraflarından benim yaşlarımda birisi çıktı, yüzü ve vücudu yara bere içindeydi. Ama hiç şüphem yoktu, o kişi kesinlikle Mark'tı.
Matthew:"Mark?"
Çocuk bana doğru uykulu bir şekilde baktı. Biraz sürdü ama bir anda gözleri açıldı
Marcus "Mark":"Matt- hew?"
Ortamdaki sessizliğin ardından ona doğru yürüdüm, o da bana doğru geldi. Yüzünü yakından inceleyince gerçekten çocukluğundaki o masum ifadeyi kaybetmediğini gördüm.
Hunter:"Ne o arkadaşçılık mı oynayacaksınız, ben de geleyim mi?"
Genede... Genede o adamı affedemezdim.
Matthew:"Mark seni görmek güzel. Ama şu an buradan gitmeliyiz, benimle organizasyona dön. Belki Şef seni şu anda kabul edebilir."
Mark:"Matthew, seni de görmek güzeldi ama burayı terk edemem."
Matthew:"Ama neden, organizasyon buradan daha iyi, hem üstüne bir sürü imkan da sağlanır."
Mark:"Burayı terk etmenin cezası ölümden bete, burayı terk edersen veya kaçarsan seni kesinlikle bulurlar ve hayatını cehenneme çevirirler."
Matthew:"İlk davranan ben olmaz isem..."
Savaş için o an aklımdaki tüm stratejileri gözden geçirdim ve cebimden adrenalin iğnesini çıkardım. Kanıma adrenalini enjekte ettikten kısa bir süre sonra kalp atışımın hızlandığını ve reflekslerimin insanüstü bir potansiyele çıktığını hissettim.
Matthew:"Hunter, seni bir düelloya davet ediyorum. Kazanırsam Mark'ı alır ve giderim, kaybedersem... Sen ne istersen o olur."
Hunter:"Ohh ne istersem mi? Dur bir düşüneyim. Ondan önce düellonun kuralları ne?"
Matthew:"Tek kural var o da sadece ikimiz dövüşeceğiz ve elimizde ne varsa kullanabileceğiz, yetenekler silahlar takviyeler dahil."
Hunter:"Peki kabul. Kazanırsam istediğim şey yanında getirdiğin hanımefendiyi kendime alırım."
Clara tedirgin ve korkmuş bir şekilde bana baktı.
Matthew:"Ne? Bir saniye olmaz"
Hunter:"Ne istersem isteyebilirim demiştin, sen benden en iyi adamlarımdan birini istedin ben de senin kadınını istiyorum. Bu kadar basit."
Bunu yapacağı hiç aklıma gelmemişti. Ama hiçbir şey umurumda değildi. Çünkü yeteneğimin karşısında tüm insanlık çaresiz bir böcek gibi kalıyor. Clara tedirgin ve korku dolu bir yüzle bana bakıyordu. Her şeyin kontrolümde olduğunu ifade eden bir sinyal verdikten sonra cebimden bir para çıkarttım ve Hunter'a gösterdim.
Matthew:"Bu para yere düşer düşmez başlayacağız"
Hunter:"Kabul, üçe kadar saysan da olurdu."
Parayı havaya attım ve sakince yere düşmesini bekledim. Yere düştüğünde çıkan tıngırtıyı duyduğum gibi yeteneğimi son zerresine kadar aktive ettim ve Hunter'ı moleküllerine ayırmak için vücudu üzerinde devasa bir baskı oluşturdum. Beklentim her yerin Hunter'ın kanıyla boyanıp bezenmesiydi ama olan şey beni şaşırtmıştı. Basitçe hiçbir şey olmadı. Hunter tek parça halinde yegane bir şekilde sapa sağlam duruyordu. Yüzümün düştüğü belli olmuş olmalı ki Hunter kahkahalara boğuldu.
Matthew:"Komik olan ne?"
Hunter:"Bir an gerçekten yeteneğinin beni parçalara ayıracağını düşündüm."
Matthew:"Bekle nasıl?"
Hunter:"Nasıl mı biliyorum? Çünkü ben dokunduğum kişilerin güçlerini kopyalayabiliyorum."
Tabancamı çıkardım ve rastgele ateş etmeye başladım. Mermiler Hunter'a değmeden durup yere düşüyordu.
Hunter:"Koleksiyonumda pek çok yetenek vardır, zihin okumak, objelerin ivmesini sıfırlamak ve benzeri şeyler."
O an hemen içi asit dolu tüplerimi çıkarttım, aklımı okuduğunu bildiğim için bunu yaparken tamamen rastgele şeyler düşündüm.
Hunter:"Vay zekisin bakıyorum, bu harekete karşı zayıfım işte."
Ona doğru tüpleri fırlattım ve tüpler yaklaştığında tüplerin içini basınçla doldurdum böylece tüpler bir anda genişi alanlı bir asit bombasına dönüşecekti. Asit dolu tüpler patladı ama Hunter bir anda birkaç adım geri çekildi, eriyen tek şey yerdeki gazete parçaları ve giysisinin bir kısmıydı.
Hunter:"Yalnız bu ceket pahalı ha söylemedi deme."
Matthew:"Merak etme, seninle işim bittiğinde ne ceketin ne sen olacaksın."
Hunter:"Böyle oturup beklemek hiç eğlenceli değil, ben de saldırsam?"
O sırada göremediğim bir hızla belinden silahını çekti ve hiçbir sapma olmadan ateş etti. Havayı kullanarak ince bir kalkan oluşturdum ve mermileri durdurdum. Ardından silahını tekrar kullanmasını engellemek için silahın içindeki ateşleme mekanizmasını bozdum, tetik hareket edecekti ama ateş etmeye çalıştığında olacak tek şey elinde patlayan bir silah olacaktı. Öyle de oldu, silah elinde patladı. Elinin yandığını ve acıyla başa çıkmaya çalıştığını gördüm.
Hunter:"Beni şaşırttın ama artık ciddileşme vaktim geldi.
Üstüme sıçradı ve sert bir yumruk salladı, yumruktan kıl payı kaçtım ama ardı arkası kesilmeyen hamleler yapmaya devam etti ama hiç birini tutturamadı. Salladığı yumrukların arasına tekmelerini de eklemeye başladı. Karşımda yıkılmaz bir savaş makinesi var gibi hissediyordum. Karnıma, koluma ve farklı birkaç bölgeye daha darbe alınca son kartımı oynamaya karar verdim. Tavanda su oluşturdum ve suyu sıvı halden katı hale geçirmek için ısı enerjisini düşürdüm, tavanda oluşan buz kütlesini ince iğnelere ayırmaya başladım. İğnelerden yeteri kadar oluşturunca durdum.
Matthew:"Üzgünüm Hunter ama yolun sonundasın."
Hunter:"Öyle mi? Ne yapacaksın acaba çok merak ettim şimdi."
Tavanda bulunan yüzlerce iğneyi kendimi, Clara'yı ve Mark'ı es geçecek şekilde tüm binaya yağdırdım. Hunter ve tüm adamları buz iğnelerinin gazabına uğramıştı. Ancak bir şeylerin doğru olmadığına dair bir his vardı içimde. O his beni yalancı çıkarmadı, Hunter'ın ölü bedeni bir çamur yığınına dönüştü... Gitmişti, o herif gene kurtulmuştu. Gene de Mark artık yanımdaydı, hayatımdaki ilk arkadaşım yanımdaydı. Tüm olaylar bittikten sonra binayı ateşe verdim. Ne Hunter'ın grubunun ne de onun sahte çamurdan vücudunun öylece kalmasını istemiyordum. Yanan binanın önünde, cayır cayır yanan alevleri izlerken Clara yanıma oturdu.
Clara:"O adam... Geri gelecek mi?"
Matthew:"Büyük ihtimalle."
Clara:"Korkutucuydu ancak beni koruduğun için teşekkür ederim. Sana hayatımdan fazlasını borçluyum."
Matthew:"Şu hayatta sevdiğim iki üç kişi var, onların kılına zarar gelmesine izin vermeyeceğim."
Clara:"Seni seviyorum."
Matthew:"Ben de seni..."
Clara kafasını omzuma yasladı ve bina aynı çocukluğumdaki mahalle gibi ateş ve dumanla karıştı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Full Influence
FantastikGünümüzde kimse büyüye inanmazdı, 10 yıl önceye kadar. Büyünün varlığı dünyayı derinden etkilemişti. Ancak büyü sadece iyilerin elinde değildi. Bu devasa ve dehşet verici gücü kötü amaçlar için kullananlar da vardı. Matthew, yetenek kullanıcılarında...