² - kelebekler ve bowling.

41 8 56
                                    

t heodore swan sigara dumanıyla dolu bir odada tek başına oturuyordu.
bu onun günlük rutininin bir parçası haline gelmişti ve kurtulmaya hiç niyeti yoktu, bağımlılıklarıyla ilgilenmek için fazlaca yorgundu.
zihni tek bir döngüye hapsolmuştu;
kelebek küpeler, balo elbiseleri ve dragunov.

yalnızken bu kafesin içindeydi ama inasanlar bölünmesine neden olabiliyordu, annesinin odaya girişi de buna neden oldu.

o bir psikologtu ama en iyileri bile kendi çocukları hakkında başarılı olamazdı.

"günaydın canım, klaus aşağıda, seni çağırmamı istedi." diyerek gelişini açıkladı ve odanın camlarını sonuna kadar açtıktan sonra kapıyı kapatıp klaus'un yanına döndü.

"uyanık mı?"
"evet." dedi augustine usulca.
mutfak tezgahına yöneldi,
"kahve ister misin?" diye sordu sarışın oğlana.
"lütfen." dedi klaus ve masanın çevresindeki sandalyelerden birine oturdu.
augustine birkaç kupa ve bir demlik kahveyle masaya döndü ve klaus'un karşısına oturdu.
"çok fazla tütün tüketiyor." dedi kupaları doldururken.
klaus,
"yeni değil." diye karşılık verdi.
"biliyorum, ama endişeliyim."
klaus ikinci annesi yerine koyduğu bu kadını sakinleştirmek istedi, ama onun sakinlesmesi çocuklarına bağlıydı.
klaus biliyordu ki ikisi de iyi durumda değildi ama giderek düzlediklerine inanıyordu. yaşadıkları travmaları büyüklüğüne göre oldukça hızlı bir düzelme.
"iyi olacaklar, güçlüler." dedi sadece, augustine bunu zaten biliyordu ve başını salladı.

theodore giyinip ve aşağı indiğinde annesiyle sohbet ederken bir yandan da kahve içen klaus'la karşılaştı.
"günaydın aurora!" dedi klaus.
"saat daha dokuz, ucube." diye söylendi theodore, güldü.
"bu saatte ne arıyorsun?"
"solistimi arıyorum, bir ay içinde rusça söyleyebiliyor olmalısın. hem bugün hifa da gelecek."
"üçüncü baş belası da geldi demek?" dedi theodore ve kendine kahve doldurdu.
"evet, dün geceden beri bizimle ve ikiz oldukları kesin, aynı hassas ruh." diye cevapladı klaus.
bu sırada augustine kibarca gülümsedi ve muhtemelen yapması gereken işler olduğu için masadan ayrıldı.
"olabilir, ve bu kızın da sana benzemediği anlamına geliyor." dedi theo, ikinci kahvesini doldururken merdivenlerden inen dorothea'yi gördü.
"kimden bahsediyorsunuz?"
"kardeşlerimi kastediyor." dedi klaus.
"olanları duydum, adı ne?"
"hifa, eski bir şifacının adıymış." dedi sakince.
"bugün stüdyoya gelirsen kendisiyle tanışabilirsin ayrıca, gelmesen de okulda tanışacaksın zaten." dedi theodore ve emin olmak için klaus'a baktı.
"öyle, o da der mond'da olacak." dedi klaus.
dorothea,
"güzel, okulumdaki kızlar pek zeki sayılmaz." dedi pek de yüksek olmayan bir sesle.
"stüdyoya gelmeye söz veremem ama, halletmem gerekenler var."
theodore,
"sen bilirsin." dedi, kahvesini fondipledi ve ayağa kalktı.
"hadi çıkalım."
klaus sandalyesinden kalktı ve dorothea'nin önünde reverans yaparken,
"görüşürüz leydi swan." dedi, ve göz kırptı.
dorothea güldü, klaus'un şaklabanlıkları hoşuna gidiyordu.

kahvaltı için mısır gevreği ve sütü çıkarırken augustine mutfağa girdi.

"şehir merkezine ineceğim, birşey istiyor musun?" diye sordu.
dorothea,
"bir kutu dağıtma kalemi alabilirsin."
dedi.
augustine dorothea'yi onayladı ve kafasına küçük bir öpücük kondurduktan sonra evden çıktı.

dorothea mısır gevreğini kaşıkladıktan sonra giyinmek için odasına çıktı. saçlarını fırçaladı, zaten kısa oldukları için zahmetsiz bir işti bu, sonrasında arkadan topladı, böylelikle kahkülleri gözlerinin önüne dökülmüştü. muhtemelen üzerine birkaç beden büyük olan deri ceketini, siyah joggerını ve siyah deri botlarını giydikten sonra evden çıktı.

theodore çıkarken meşgul olduğunu söylemişti, yalan değildi aslında;
granola pişirmesi, geçen hafta şekillendirdiği kil rozetleri boyaması ve piyanoda pratik yapması gerekiyordu.
ama hayır, dorothea bugün hiçbirini yapamayacaktı. karların üstünde amaçsızca yürümeye başladı.

 yıldızlar ve köpekler. -düzenlenecek-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin