şehre gitmek tighnari için her daim zor olmuştu. insanlardan çekindiğinden değildi tabi, yalnızca hassas kulakları nedeniyle şehrin gürültüsüne asla adapte olamıyordu.
ne zaman şehirde bir işi çıksa -mesela bimarstana veya daena'ya gitse- sürekli günün en erken veya en geç vaktini hedef alıyordu. kalabalığın az olduğu zamanlar onun lehine idi sonuçta, ayrıca ne kadar az insan o kadar az trafik demekti; yani işlerini hemen halledip ormana dönebiliyordu.
bu sefer yanında getirdiği partneri koluna dokunduğunda düşüncelerinden sıyrıldı ve dikkatini ona verdi. "lambad'a uğrayabiliriz." diyordu teşvik edici bir tonla. "aç mısın?"
tighnari hüzünle restoranın kapısını gözledi. saat gecenin bir yarısıydı ve sokaklar bomboştu lakin özellikle böyle bir saatte insanlar meyhaneye doluşur ve gönüllerinden geldiğince eğlenirlerdi. fazla yüksek sesle atılan kahkahalar, tenin tene çarpması, tabak ve çatal tıngırdaması, bardakların tok bir ses ile tokuşturulması... bunlar şu anda onun katlanamayacağı şeylerdi.
ağzını açıp cevap vermesine gerek kalmadı şansına, partneri çoktan onun sessizliğini bir cevap olarak algılamıştı. "pekala, boş ver. yine de acıkırsan veya susarsan söyle, senin için bir şeyler kapıp getiririm."
orman rengi gözler meyhanenin ışınlarından ayrılıp kızıl renkli gözler ile buluştu. "teşekkür ederim."
cyno gülümsedi.
onunla birlikte şehre gelmek planlarında yoktu. barakadan çıkmadan önce şehirde bir işini halledeceğini ve çok geç kalmayacağını belirten bir not hazırlamıştı bile fakat tam çıkmaya hazırlanırken sevgilisi tarafından durdurulmuştu.
ona en son baktığında mışıl mışıl uyuyordu. demek ki yatakta yanındaki boşluğu hissedip uyanmış ve anında tighnari'yi aramıştı.
sonra da ona şehre olan yolculuğunda eşlik edeceğini söylemişti. tighnari karşı çıkmamıştı, cyno'nun tekrardan kolayca uyumaya dönemeyeceğini biliyordu, en azından yanında o olmadan. şehre olan yolculuklarında omuzlanacağı yorgunluk geri döndüklerinde uyumasını kolaylaştırabilirdi, bu yüzden kabul etmişti.meyhaneden sağa döndüler, hala birçok stand ve dükkanın açık olduğu sokağa yöneldiler. o sırada tighnari ayak bileğinde bir kıpırtı hissetti ve durup başını eğerek ne olduğuna baktı.
gecenin karanlığına karışan kömür siyahı bir kedi ay ışığında parlayan büyük, sarı gözleriyle ona bakıyordu. kuyruğu yavaşça sağa sola sallanıyor, kafasını da tighnari'nin ayak bileğine sürtüyordu. oğlan kedinin yolunu kapamasını umursamadı, güldü ve yere çömelip yanında getirdiği kol çantasını karıştırdı.
"aha, buldum!" dedi gururla, aradığı şey eline ulaştığında. minik, tahtadan bir kutuyu çıkardı çantasından ve içini açtı. çok geçmeden kedinin onu izleyen meraklı gözlerinin önüne iki tane ufak mantar bıraktı.
"kediler mantar sever mi?" başının üzerinden gelen meraklı ses sordu. tighnari omuz silkti ve mantarları şüpheyle koklayan kediyi izledi.
"bilmiyorum, göreceğiz."
siyah kedi mantarları koklamayı bırakıp azar azar dişlemeye başladığında sırıttı ve kafasını kaldırıp onları izleyen partnerine baktı. "seviyorlarmış."
aceleyle atılan adım sesleri. "harut, yerde bulduğun her şeyi yememelisin!" küçük bir kız önlerinde duruyordu şimdi, elleri belindeydi ve kaşları hafifçe çatıktı.
hala mantarları yemekte olan kedi ona ufak bir bakış attı ve miyavladı, sonra yemeğine devam etti. küçük kız iç çekti, sakince onlara yaklaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
from: me, to: you
Hayran Kurgusumeru'daki insanlar hayal kurmazlardı, rüya görmezlerdi ve duygulara çok az yer verirlerdi. onlar araştırmak, olabildiğince çok şey öğrenmek ve her zaman daha fazlasını kazanmak için çalışırlardı. üstün olmak isterlerdi. lakin tighnari cyno'ya bak...